Herhalde artık kimse, depremlerde yeterince ölmediğimizi, geçmişten bugüne yeterince insan kaybetmediğimizi söyleyemez. Benzersiz bir yıkım yaşamadığımızı kimse iddia edemez. Deprem korkusunu korkuların en büyüğü olarak, bir genetik miras olarak hücrelerimize sinmediğini, yine kimse söyleyemez. … Yediden yetmişe; x kuşağından z kuşağına kadar artık hepimiz deprem kuşağının çocuklarıyız. Erzincan depreminden Gölcük'e, Van’dan Maraş’a ülkenin her bölgesinin yıkımın en çaresiz halini görmediğimizi; hem defalarca görmediğimizi de kimse söyleyemez.
***
Yıkıldık, öldük, yaralandık ve depremlere karşı koyamadık… Hikayemiz budur.
Kimse bunları söyleyemez ama bütün dünya hiçbir depremden ders almadığımızı söyleyebilir. Göz göre göre gelen belaya seyirci kaldığımızı, kılımızı kıpırdatmadığımızı ve tedbirden yana zerre nasibimiz olmadığını herkes yüzümüze vurabilir. Depremlerin ve afetlerin ölümcül haritasında Japonya, Avrupa, Amerika hatta Meksika kanadında değil, Çin, İran, Pakistan tarafında en felaket yeri kapattığımızı da… Kapatmaz olaydık. Olaydık da o çok övündüğümüz özelliklerimizin başında tedbirli olmayı, insan hayatını önemsemeyi, akla ve bilime değer vermeyi saysaydık.
Biz o ülke değiliz ne yazık ki…
Maraş Depremi’ndeki büyük kayıp, 1999 Gölcük Depremi’nden ve devamındaki ikazlardan alınmayan dersin neticesidir. Yüzlerce, binlerce kez söylenen ama bir kulaktan girip ötekinden çıkan çağrıların ağır faturasıdır. Neredeyse günü saati tahmin edilen depremi ıskalayan zihniyetin bu ülkenin talihine eklediği makus bir hatıradır. Bugün artık, depremin ortaya çıkardığı tablonun vahametini biliyoruz. Her dakika o vahim görüntülerle yaşıyoruz. Ne acı… Zamanında tedbir alınsaydı bu tabloyu yaşamayacaktık; bunu da biliyoruz. 10 vilayetteki 13,5 milyon insanı depreme dayanıklı evlerde oturtabilmemiz mümkündü. Bunu yapmak için yeterince tecrübemiz vardı, vaktimiz vardı. Şimdi bir yıl içinde yıkılan konutların yeniden yapılabileceğini öğrendiğimize göre paramız ve kaynağımız da vardı. Hepsini ıskaladık ve depremde yıkılmayı seçtik.
Peki artık yeni bir depremden yıkılmadan ve ölmeden çıkabilecek kararlılığımız var mı? Felaketlerden ders almama dönemini bitirebilecek eşiğe gelebildik mi? Bundan sonra biz de nerede olursa olsun, insanlarımızın depremi sağlam binalarda karşılayabileceği şuura vasıl olduk mu? Maraş’a, Hatay’a, Adıyaman’a ve bütün yıkılmış şehirlere bakıp ders aldık mı? Tamam mıyız artık? Acının en ağırını, yıkımın en büyüğünü yaşadıktan sonra, buraya kadar diyebiliyor muyuz?
***
Başta, hemen şimdi 70 bin binasının yıkılıp yenilenmesi gereken İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında yıkılmak için bir sarsıntı bekleyen betondan tabutları yenileriyle değiştirme irademiz var mı? Fay hatları üzerinde ve bitişiğindeki yapılaşmayla ilgili bir kararımız oluştu mu? Depreme karşı ne yapılması gerekiyorsa ve insanına değer veren ülkeler neyi yapıyorsa, biz de onu yapabilir miyiz? Yıkıntıların üzerine gerçekten büyük ve güçlü bir ülke inşa edebilir miyiz?
Yapabilir miyiz, edebilir miyiz bilmem ama yapamamak, edememek, üstesinden gelememek gibi bir yolumuz yok. O yolu çok gidip geldik, artık tamam. Ya ders alacağız ya öleceğiz. Unutsak da gelecek, unutmayalım.
Birbirimize yalan söylemeyi bırakıp, ranttan, kârdan, güçten, kudret ve palavradan önce insan hayatına kıymet vermeyi öğreneceğiz. Ya öğreneceğiz ya da şu “koskoca, şanlı tarih”ten geleceğe miras olarak kala kala depremde ölüm kalacak. Ya başaracağız ya da tıpkı bizden öncekiler gibi ve tıpkı bizim gibi; bizden sonraki kuşağın adı da “deprem” olacak.