Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tahran’da Putin ve Reisi ile görüşmeye gitmeden Türkiye’nin Suriye’de operasyon niyeti neredeyse gündemden kalkmıştı. Birkaç hafta öncesinde sık sık dile getirilen bu konu konuşulmaz olmuştu. Müdahale niyeti ABD’nin ama daha çok Rusya’nın itirazları nedeniyle gündemden düşmüştü. Malum, iki ülke Türkiye’nin Suriye’de YPG’yi hedef alacak bir askeri müdahalesini istemiyor. Aynı zamanda sınır güvenliğine dair mutabakatlarla bağlı sözlerini de yerine getirmiyor.
Tahran Zirvesi’yle birlikte şimdi sürece İran da eklendi. Onlar da harekat istemiyor. Zirvenin sonuç bildirisinde genel olarak terörle mücadeleye değiniliyor ama adres olarak PYD/YPG’den söz edilmiyor. Dahası, metindeki ifadeler aynı zamanda Türkiye’ye yakın olduğu bilinen veya iddia edilen grupları da hedef alıyor. Şöyle deniyor:
“Terörün her tür ve biçimiyle mücadele etmek amacıyla birlikte çalışmaya devam etme kararlılıklarını dile getirmişlerdir. Sivil tesisleri hedef alan ve masum can kayıplarına neden olan saldırılar da dahil olmak üzere, Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki terör örgütlerinin ve bunlarla iltisaklı farklı isimler altındaki grupların artan varlık ve faaliyetlerini kınamışlardır. Suriye’nin kuzeyi ile ilgili tüm düzenlemelerin eksiksiz bir şekilde uygulanması gerektiğinin altını çizmişlerdir…. Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dahil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmişler ve Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yanısıra komşu ülkelerin milli güvenliğini tehdit eden sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dahil olmak üzere ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını vurgulamışlardır…. Suriye’nin kuzeyinde kalıcı güvenlik ile istikrarın ancak ülkenin egemenliği ve toprak bütünlüğünün muhafazası temelinde sağlanabileceği hususunu vurgulamışlar, bu yöndeki çabalarını koordine etme hususunda mutabık kalmışlardır.”
Genel ifadelerde Türkiye’nin kaygılarına vurgu olsa da problemlerin -harekat yoluyla değil- birlikte ve koordinasyon halinde halledilmesi vurgusu daha güçlüdür. Her türlü müdahalenin toprak bütünlüğüne zarar vereceği vurgusu da bir o kadar güçlü… Bunlar genel olarak itiraz etmeyeceğimiz ama aktüel olarak Türkiye’nin işine yarayan vurgular değildir.
Nitekim, Erdoğan’ın zirve sonrası yaptığı açıklamalar da sonuçtan tatmin olmadığının izlerini taşıyor. Cumhurbaşkanı şöyle diyor: “Astana süreciyle alakalı olarak İran ve Rusya ile başladığımız nokta ne ise ben bugün de Sayın Putin’i aynı noktada gördüm, aynı değerlendirmeleri yapıyor gördüm… Gerek Fırat’ın doğusu gerek İdlib gerek Afrin, bütün buralardaki gelişmelerde biz hassasiyetimizi sürdürüyoruz.” Rusya ve İran’ın ise bizimle aynı hassasiyeti taşıdığını dair bir işaret yok. Bu yüzden olacak Erdoğan, zirve sırasında Putin ve Reisi’ye söylediğini bir kez de basın üzerinden tekrarlıyor: “Başından itibaren konuştuğumuz şey şu; sınırdan 30 kilometre güneye kadar, buralardaki terör örgütleriyle mücadelemizde Rusya’nın da İran’ın da bizim yanımızda olmasını istiyoruz. Burada bize gerekli desteği vermelidirler.”
Ve Erdoğan ardından Türkiye kamuoyuna dönüp aynı cümleyi tekrarlıyor: “Yeni bir harekât konusu, milli güvenlik endişelerimiz giderilmediği sürece gündemimizde yer almaya devam edecek.” Bu cümle, Rusya ve İran’a Türkiye’nin kaygılarını gidermek için yeni bir süre verildiğini; kaygılar giderilmezse harekatın yeniden gündeme geleceğini söylüyor. Ancak Moskova ve Tahran da böyle mi anlıyor, bilemiyoruz.
Sonuçta ne oldu dersek… Denklemin ikincil aktörü olan İran artık ana gruba girdi. Buna neden gerek duyuldu acaba? Öte yandan, Türkiye harekat konusunda sözgelimi ABD’yle bir daha müzakere edecek olursa masaya Tahran’dan iki ülkeyi de ikna edemeden dönmenin yüküyle oturacaktır. Harekat için acelemiz hesaba katılırsa Tahran Zirvesi tempomuzu düşürmüştür. Çok yakın olduğumuz Rusya’yı bir kez daha ikna edemedik ve harekat dosyasında ilk kez bu düzeyde masaya oturduğumuz İran’ın da aklını çelemedik. Genel olarak da hem Doğu’ya hem Batı’ya, hem Rusya’ya hem de ABD’ye derdimizi anlatamadık.