Epeyidir her yazının başında veya zemininde yahut da fonunda “Türkiye kötü günlerden geçiyor” melodisi eski bir plağın mecalsiz sesi gibi tekrar edip duruyor.
Yazı yolunda yürüse de yürümese de arkada o lanet cızırtı kesilmiyor. Yanlış da değil mamafih… Türkiye hakikaten kötü günlerden geçiyor.
Kaldı ki birkaç aydır değil, sadece salgın yüzünden değil veya sadece ekonomi kötü olduğu için de değil. Çoktandır ve neredeyse her meselede kötüye gidiyor. Bir tatsızlık iklimi, keyifsizlik, mutsuzluk vesaire. Gücü kullanan, eziyet eden, kötülüğü koruyup büyüten de mutsuz, onun yandaşı da mutsuz ve tabi mağdur olan da… Salgından misal olsun, mutsuzluk bulaşıcı.
Mutsuzluk, huzursuzluk, biraz karamsarlık, biraz gerginlik….
Doğru kelime ise, tedirginlik!
Ülkeyi tarife bir kavram lazımsa o tedirginliktir. İktidar da muhalefet de, zengin de fakir de, düşünen de düşünmeyen de tedirgindir.
Güçlü ve tekrar tekrar her seçimde gücünü koruyan bir iktidar var ama tedirgin. Ülke bitmek tükenmek bir beka meselesiyle karşıya ve o güçlü, sarsılamaz, bileği bükülemez iktidar bunu aşamıyor. Sistem değişiyor, parlamento küçülüyor, binalara yerli milli renkler çöküyor, aynı tehlike sürüyor. Dünya oyun peşinde, tuzakların biri bitmeden diğeri kuruluyor. Bir tedirginlik ki tarifi imkansız… Zaman geliyor ezanın susması, bayrağın inmesi, vatanın bölünmesi ihtimali dahi beliriyor. Tehlike savuşturuluyor ama tedirginlik bitmiyor. Hep mücadele hep mücadele...
En şaşaalı kudretin dahi iktidara rahat huzur vermediği zamanlardayız. Nasıl iyi günlerden geçsin Türkiye?
Güç bile tedirgin ise güçsüzün, mağdurun ve muhalifin vay haline.
Ki zaten muhalefet tabiatı icabı tedirgindir. Sözü mahkemelik, insanı hapislik, belediyesi kayyumluk, her hali suçtur, ihanettir. Saygısız davranılmak, kovalanmak, kıstırılmak ille de tutarsızlıkla muamele görmek kaderidir. İktidara helal olandan mahrum bırakılmak, helal zannettiğinden ise hesaba çekilmek... Dün öyleydi bugün böyle ne olmuş, bakışına mahkum edilmek.
Muhalefet ve muhalif olan tedirgindir; en az iktidar kadar onlar da yarından emin değildir. “Ne olacak kimbilir? Allah sonumuzu hayretsin” yolunda çile doldurmaktadırlar.
Laikler, sağcılar, solcular derken nihayet muhafazakarlar da vakit geçirmeden katıldı mutsuzluk kervanına. Bir nebze huzur, sükun getiren, yalan da olsa yüzlere tebessüm konduran siyaset kalmadı. Geçtik huzuru ya da sahte tebessümü, tırnak kemirmeden gün geçiren kalmadı. İşadamı da kalmadı, yönetici de, işçi de, işsiz de…
Kaybeden tedirgin tamam ama kazanan da öyle…
Bir de ne iktidara alakadar, ne muhalefete meyilli olup, sadece makul kalarak, hakkaniyete sadakatle yaşayabileceğini zannederler var. Cinnetin en büyük düşmanının makuliyet olduğu bilmezden gelerek söz söyleme uyanıklığına geçit verileceğini sananlar. Söylemeye ne hacet, onlar tedirgin oğlu tedirgin. Makulden, akıl, fikir, hikmet ve adaletten bahis açanlar ihtimal ki ebedi tedirginliğe hükümlüdür.
Bu ülkede,
“Dayanışma” zayıftır, kendimize yontmayı tercih ederiz.
“Empati”den nasiplenen pek azdır, yaftalamayı severiz.
“Adalet”in taraftarı seyrektir, yargısız infazı isteriz.
“Fikir hürriyeti”ni başkasına layık görmeyiz.
“Kutsal” ise zaten güç sahibinin malıdır, gayrıya yar etmeyiz.
Dahasını saydırmayın “mübarek” gün… Her değerin, her sloganın, her hissiyatın ya sicili ya bozulmuş ya da itibarı eksilmiştir. Hep beraber “adil”, “demokrat”, “dayanışmacı”, “yardımsever” ya da “mutlu” yahut “umutlu” değiliz ama cümlemiz birden tedirginiz. Empatik olan da olmayan da, dayanışan da dayanışmayan da, adil olan olmayan yahut fikre hürmet eden de etmeyen de tedirgindir.
21. asrı eskitmeye başladık, oldu 2020 halimiz budur; başka da bir şey değildir.