İktidara ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a son zamanlarda en çok sıkıntı veren şeyin parti içinden gelen bazı davranışlar olduğu anlaşılıyor. Erdoğan bunları “kibir” olarak tanımlıyor ve birçok kez de böyle davranış sergileyenlere karşı ağır eleştiriler dile getiriyor. Cumhurbaşkanı’nın kaç kez bu konuda ikazda bulunduğunu artık sayamıyoruz. Açık ki Erdoğan iktidar partisini en çok yaralayan şeyin bu olduğunun farkındadır.
Kibir, gösteriş, tepeden bakma, iktidar gücünü pervasız şekilde kullanma ve tabiatıyla yine iktidar gücü sayesinde hakkı hukuku geçersiz kılarak davranmak… Kamuoyuna yansıyanlar; son olarak bir belediyede yaşanan selamlama cezası gibi nisbeten alt düzeyden örnekler olduğu için cezalandırması da kolay oluyor. Hızla müdahale edip reaksiyon göstermek isabetli bir yoldur. Zira, yerel ve sıradan gibi görünen vakalar bile sanılandan daha büyük etki yaratabiliyor.
Garip olan ise, herkesin gözünün herkesin üzerinde olduğu siyasi ve sosyal arenada hala böyle pervasız şeyler yapılabilmesidir. Buna bazı valilerin, müdürlerin, memurların tepeden bakan ve bulundukları konumla bağdaşmayan davranışları da dahildir.
Nasıl bir özgüven ve dokunulmazlık duygusu var ki böyle davranabiliyorlar?
Sadece kibir meselesi değil; bir partiyi, kurumu, toplumu ve ülkeyi kemiren cümle yanlışlar aslında aynı kaynaktan beslenir. Zeminde, zihniyette bir problem var ve reaksiyon ortaya çıkana kadar; olaylar medyaya yansıyana kadar bizlerin “ayıp, rezalet, skandal” dediğimiz şeyler yapanlara çok doğal geliyor. Çünkü bulunduğu sosyal/politik atmosfer bu duyguyu üretiyor.
İktidar denetlenemeyen, sorgulanamayan ve hesap vermeyen bir güç haline dönüşürse, iktidar adamları ve memurları böyle davranmakta beis görmezler. Muhtemelen kendi üzerlerinde ve çevrelerindeki bazı önemli kişilerin de sıklıkla böyle davrandığını görüyorlar ve “kibirlenmekte” sakınca görmüyorlar. Piramit gibi; alt katman üst katmana, o da bir üstüne bakarak yoluna devam ediyor. Cumhurbaşkanı dahil hangi iktidar yöneticisi bu hal ve gidişten şikayetçiyse, bu ‘görerek normalleştirme zinciri’ni kırmayı denemelidir. İktidarın ‘güç’ten ziyade mesuliyet yüklediğini hissettirmelidir. ‘Devlet’in vatandaşın mutluluğu ve itibarı için fonksiyon üretmediği müddetçe kutsal olmadığını belletmelidir. Tabii bunu önce merkezi kadrolara anlatmalıdırlar.
Sadece kibir değil, toplumu kemiren bütün kötülükler; yozlaşma, yolsuzluk, hukuksuzluk, adam kayırma, liyakatsizlik vs, herşey aynı kurala tabi olarak gelişiyor. Önce yapılmasında mahsur olmamaya başlıyor, sonra yapanın yanına kâr kalıyor ve en nihayet yapmayan ayıplanır hale geliyor. Yine bir piramit gibi… En başta iktidar olmak üzere bürokrasiden muhalefet dahil bütün siyasi kadrolara kadar, kamu hizmeti yapmakta olan veya buna talip olan herkese yanlışın ne olduğunu anlatmak ve öğretmek gerekiyor. Bu da “Ayıptır. Yapmayın etmeyin” demekle olmaz… Herkesi bağlayan ve her kademede uygulanan kuralları işletmekle olur. Asla taviz vermemekle olur.
Hukuk devleti ve demokrasi, kimsenin nüfuz ve imtiyazla hatalarından kurtulamayacağı kurallara tabidir. Kurallar tatbik edilirse, denetim güçlenirse yozlaşma yaşanmaz. Aksi olursa da hiçbir yöntem, şikâyet ve temenni ülkeyi yozlaşmaktan kurtaramaz…