Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçerken, bu kriz salgın ve savaştan önce başlamışken ve kötü kararlar nedeniyle problemler daha da derinleşmişken, böyle bir problem yokmuş gibi siyasi dedikoduları konuşmak ne büyük saadet… İktidar için de ne büyük bir imtiyaz… Her şeyi bırakıp sadece sebzenin, meyvenin, etin, sütün fiyatını anlatmak gerekirken bu önemli meseleyi bahislerden bir bahse indirgemek ne büyük bir propaganda başarısı… Bu dikkat, disiplin ve hassasiyet; enflasyonla, kurla ve işsizlikle mücadelede gösterilebilse şaka değil gerçekten dünyaya örnek olurduk.
İşlerin belirli kalemlerde kötü gitmesi bir yana, kötü gidişi makyajlamak için başta kur korumalı mevduata ayrılan ve ayrılacak hazine kaynağı olmak üzere biraz da çaresizlik eseri tedbirlerin bütçeye eklediği maliyet bile tek başına her şeyden çok konuşulmayı hak ediyor. Bunun yerine toplumu, muhalefetin adayı kim olacak, şimdiye kadar niye açıklanmadı, açıklansa kavga çıkar mı, yoksa şimdi de kavga mı var, altılı ittifak çöktü mü sorularıyla meşgul etmek ne büyük maharet…
Yüksek enflasyon için patates soğan stokçuları ve market lobisi hayaleti yaratıp, fiyat artışının akaryakıttan elektriğe, doğalgazdan nakliyeye kadar en büyük zamlarının ve hepsinin de yüksek kurun eseri olduğu gerçeğini perdelemek de büyük maharet… Hele de o kur artışının, ‘faiz sebep enflasyon sonuç iddiasının’ hazin bir sonucu olduğuna getirmeden konuşmayı bitirmek takdire şayan! Bütün çektiklerimizin; yüksek enflasyonun, yüksekten daha yüksek faiz maliyetinin, işsizliğin vesairenin temel sebebi bu iddiada ısrardır oysa.
İktidarın propagandayla görüntüyü kurtarmak; yani söz söyleyebilmek gücünü kurtarabilmek avantajı can havliyle de olsa devam ediyor. Ediyor etmesine ama birbirini tekrarlayan sözlerin vitamin değeri de her gün biraz daha azalıyor. Ne var ki azalsa da artsa da artık başka çıkış yoktur. Artık enflasyonla gerçek bir mücadele olamaz veya ekonomi rasyonel bir hatta oturtulamaz. Gittiği yere kadar böyle gidecek… Bunun aksini yapmak gerçekle yüzleşmek, hukuk ve demokrasi gerektireceği için tercih edilmeyecektir. Gittiği yere kadar propaganda, gittiği yere kadar hamaset, gittiği yere kadar komplo teorisi…
Muhalefetin görevi ise konuşulması gerekenin konuşulmasını sağlamaktır. Aday belirlemek veya altılı yapının silüetini oluşturmak da önemli ama hepsinden önce gündemi belirleme kabiliyeti geliyor. Türkiye böylesine derin bir krizden geçerken ve çözüm giderek uzaklaşırken iktidara bırakılan hareket alanı çok geniştir. Bunun sebebi, muhalefetin toplam ağırlığının hala siyasete yansımamasıdır. Bu sayede hükümet hata yapabiliyor ve sürekli yeni model deneyebiliyor, olmadı bir daha deneme yapabiliyor. Çünkü, muhalefet iktidarın hareket alanını daraltamıyor, siyasi meşruiyetini eksiltemiyor. Ortada, 128 milyarı buharlaştıran, enflasyonu yüzde 60’ın üzerine, faizi yüzde kaç olduğu hesaplanamaz bir noktayla, Dolar’ı 15 liraya yükselten değil de sadece biraz yorgun ama işleri hemen düzeltebilecek bir iktidar varmış gibi görünüyor.
Oysa, en düşük siyasi standartlarda Türkiye’nin üzerine yapışan bu kötü göstergelerden sadece biri bile bütün siyasi dengeleri değiştirmeye yeterdi.
İktidar zorda olmasına rağmen siyasi propaganda özgüveni, gündem belirlemedeki payı ve hamle üstünlüğü, eskiden işlerin yolunda olduğu dönemlerden çok da aşağıda değil. Yaşadığımız büyük ekonomik krizle, bu krize yol açan iktidarın siyasi pozisyon üstünlüğü örtüşmüyor. Muhalefet propaganda kapasitesini yükseltemediği için, vahim hatalar sıradan hükümet yanlışları muamelesi görmeye devam ediyor. İktidarın yüksek maliyetli ekonomik model denemeleri de erken seçime baskısı hissetmemesi de bu sayede mümkün olabiliyor.