Neredeyse Cumhuriyet tarihi boyunca hüküm süren problemimiz birbirimizi anlamamaktır dersek yanlış da olmaz abartı da. Elbette büyük problemlerimiz var, ama içlerinde her zaman dirençli kalanı empati eksikliği oldu. Bir kesimin diğer kesim ya da kesimlerin duygu dünyasına nüfuz edememesi, etmek istemesi; onların umudunu, endişesini veya dünya görüşünü ıskalaması en büyük sosyal ve politik meselemiz oldu, olmaya devam ediyor. Siyasal yönü çok önemli zira, bu sayede iktidarı ele geçiren elitler, iktidar destekçileri ve iktidardan istifadede avantajlı olan geniş kitleler, kendisi gibi olmayana öteki muamelesi yapmayı iktidarın devamı için zaruret; hatta hak olarak görmektedirler. Sermayede, bürokraside ve siyasette mesele bir paylaşım mücadelesi olarak görüldüğü için ve bu mücadele de malum hiç bitmediği için iktidar gücünün her defasında bu mücadeleye vasıta kılınması doğal bir seyir halini almaktadır.
***
Bugün izlenen yol bundan farklı değildir. Cumhuriyetin yüzüncü yıla geldik ve bütün problemin problemi olan meselede arpa boyu yol alamadık. Parlamenter sistemde bir tür dengeleme olarak başlayan ve başkanlık sisteminde ise derinleşen bu girişim şimdi seçim havası esmeye başlarken daha da belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın malum kelimeye gelen tepkiler üzerine sarf ettiği “Bazen üslubumuzu sertleştirmek zorunda kalıyoruz” cümlesi, iktidar karşıtı kesimlerle empatiyi reddetmeyi içeriyor. Çünkü, onların anladığı dil budur ve böylesini hak ediyor!.. Artık epeyi geride kalmış olsa bile, tek parti CHP’sinin kuşaktan kuşağa aktarılan hikayelerinin referans yazılması da bu bahiste resmi tamamlıyor.
İktidar gücünü bir kesime alan açmak adına diğerleri üzerinde orantısız kullanmak kararı vermişseniz referans bulursunuz. Mesele, herkesin birden yüzünün gülebileceği bir ülke yaratabilmektedir. Sağcı solcu, laik dindar, Kemalist muhafazakar, Türk Kürt veya Sünni alevi; bütün fraklı kesimleri farklılıklarıyla ama bu farkları yüzünden problem yaşamadıkları bir zeminde yaşatabilmek; zor olan budur. Daha doğrusu kendi elimizde zorlaştırdığımız ve şimdi ülkenin bir numaralı meselesi haline getirdiğimiz problem budur. Belli ki yeni seçimlere de aynı gerilimi hattında, “biz ve ötekiler” ekseninde gideceğiz. Yeni derin olan problemi derinleşecek, sosyal kesimler arasındaki mesafe biraz daha açılacak. Elbette iyi bir fikir değil ama tanık olmadığımız bir gerilimi de sayılmaz…
Madem böyle bir risk var o zaman herkesin bu gidişe karşı direnç göstermesi, empati duygusuna daha ziyade sarılması ve seçim sürecindeki sözlerin atmosferi bozmasına mani olmak gibi sorumluluğu da vardır. Toplumun soğukkanlılığı, siyasetin biçimlendirme otoritesinden daha güçlüdür. Böyle olduğu için, temel problem olan kamplaşma tehlike sınırının gerisinde kalabilmiştir.
***
Türkiye’nin birçok şeyle birlikte ama birçok şeyden önce, irili ufaklı bütün farklara rıza gösterebilen bir siyaset ve toplum olabilme kabiliyetine erişme mecburiyeti vardır. İktidar, sermaye veya grup dayanışması vesaire gibi güçlere sahip olmanın, bu imkanı kaybedenler veya hiç sahip olamayanlar üzerinde baskı fırsatına dönüşmemesini temin etmek şarttır. Kimsenin, inanç, hayat tarzı, etnik köken, fikir, kılık, kıyafet veya herhangi bir temel özelliğinden dolayın dışlanmadığı, hedefe konulmadığı; aksine, bir kısıtlama olmaksızın kamuda ve özel hayatta eşit erişim imkanına sahip olduğu bir düzenden gayrısı huzursuzluk demektir. Kimseye ‘kalıcı fayda’sı olmaz, ayrım yapanı da yapılanı mutsuz eder.
Umarız, gergin başlayan seçim dönemi böyle bir finalle neticelenir de kelimenin tam anlamıyla ülke kazanmış olur.