Çocukluğumuzda yediklerimiz içtiklerimizle ilgili inanılmaz şeyler duyardık, çoğu da doğru çıkardı. Dönemin en sansasyonel haberleri, kaşar peynirine patates koyuyorlar, zeytinyağına başka yağ karıştırıyorlar gibi şeylerdi. Çok farklı şekli vardı ama yiyecek içecekte hilenin sembolü kaşara karışan patatesti. Patatesli kaşar, yoksulluğun, enflasyonun, pahalı hayatın, düşük gelirin, sahipsiz piyasanın ve çürümüş değerlerin sembolüydü.
O kadar on sene geçti, şimdi yine aynı işler peydah oldu. Süt pahalanınca bazı üreticiler kaşara patates püresi koymaya başlamış. Denetimler sıkılaştırılmış, vatandaşa hileli kaşar yedirmeye kalkanlara aman verilmeyecekmiş.
Şimdi söze, “Bir ülkede kaşar peynirine patates püresi koyuluyorsa….” diye başlamak gerekiyor. Kendini bu kadar önemseyen, dosta güven düşmana korku salan, yeri gelince dünyaya nizamat veren, dış güçlerin yoluna taş koymak için seferber olduğu bir ülkenin bakkalında, marketinde satılan kaşarda patates, kırmızı biberde kiremit tozu olur mu Allah aşkına? Patatesli yıllar eskide kaldı sanılırken, hiç yakıştı mı?
Yeni seneye zam kampanyasıyla girilmişken kaşarın, biberin sırası mı, diyenler de haklı elbette. Zaten, yeni zamlardan sonra yüzde bilmem kaçlık yeni bir dilim daha, kaşar müşterisi olma hakkını kaybedecek. Mutlu azınlığın kaşar probleminden kime ne, diyenler de haksız sayılmaz, ama “kaşar endeksi”nin ekonomik krizle yakından ilgisi vardır. Kaşara patates bulaşmışsa işler yolunda gitmiyor demektir. Hesaplar şaşmış, hayat zorlaşmış, kalite düşmüş ve kriz bir derece daha büyümüş demektir. Başka söze ne hacet, İstanbul’daki iki köprünün geliş gidişinden para alacak kadar darda olmak bunu gösteriyor zaten.
Evlerin doğalgaz ve elektrik faturasına yüklenmek de var. Belli ki bu zam artan asgari ücretin geri çağrılması… O ücret daha da geri çağrılacak gibi duruyor. Ama üretim ve istihdama böylesine ihtiyaç varken fabrikaların elektriğine -hem de- yüzde 130 zam yapmak nasıl bir akıl olabilir? Üretici geçmişte kazandıklarına saysın, diye düşünüyorlar herhalde. Kaşara hile karıştıran da muhtemelen, o kadar zaman patatessiz yediklerine saysınlar, diye düşünmüştür. Yani herkes, içinden geçtiğimiz bu zor dönemi atlatmak için bir yol bulmuş görünüyor. Ne var ki yol buysa; yani daha fazla zam, daha çok vergi ve daha yüksek faiz ise, sonunda krizden çıkılamaz. Hele, faiz ve döviz garantili mevduata para yetiştirmek için faiz ve döviz kazancı olmayan milyonların cebine el atılıyorsa…
Sadece son iki haftada olup bitenler, yeni seneye dair hayırlı işaretler vermiyor. Görmek istemeyenler kendisini biraz zorlasın da görsün bunu. Türkiye’nin milli geliri düşüyor, enflasyonu yükseliyor, faiz yükü hesaplanamaz şekilde ağırlaşıyor ve dünya ticaretindeki payı gerilemeye devam ediyor. Döviz kurunu düşürmek için önce 128 milyar dolar rezerv, sonra döviz garantili mevduat artı miktarı belirsiz yeni rezerv harcamak ekonomik model olamaz. Yaşadığımız probleme karşı yanlış bir hamledir ve her durumda yetersizdir. Yetersiz olduğunu kafasını kaldıran dolar ve sökün eden zamlar da gösteriyor. Vatandaşına ucuz bir hayat ve hesaplanabilir bir bütçe sunamayan ekonomi iyi yolda değildir. 31 Aralık gecesi yaptıkları zamlardan anlaşılan o ki, 20 Aralık akşamı yapılan işler ekonomik krizi çözmeye yetmeyecektir. Hatta böyle giderse krizi derinleştirecektir.
Günlük siyasi avantaj kazanmaya çalışarak problemleri erteleme tarzının raf ömrü tükenmiştir. En başta gereken ve gereği yerine getirilmediği için ülkeye zaman ve kaynak kaybettiren gerçekçilik, sorunla yüzleşmek ve planlı, öngörülebilir bir ekonomik program hazırlama ihtiyacı şimdi daha elzemdir. Kaşar peynirini patatesten kurtarmanın başka yolu yoktur.