Ekonomide kriz, hayat pahalılığı ve daha birçok problem gizlenemeyecek noktaya gelince yeni bir dil oluşuyor. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcüleri söylemeye başladı, sonra bazı kuruluşlar peşine eklendi. Özetle, “Bazı sorunlar var ama dünya bizden daha kötü… Bilhassa da Avrupa” diyorlar. Böylelikle, hem krizi çok iyi idare ettiğimiz mesajı veriliyor hem de halimize şükredelim dünya daha beter, mesajı.
“Kötüyüz ama toplumu dünyadan iyi olduğumuza inandırmakta iyiyiz” denilse lafımız yok ama bu kadarı fazla. Toplumun hiç olmazsa bir kesimini işlerin yolunda gittiğine inandırmak mümkün, bunu biliyoruz. Gelişiyoruz, büyüyoruz, dünya parmak ısırtıyoruz diyebilirsiniz. Nasıl olsa kimse neye göre iyiyiz, neye göre kütüyüz neye göre kalkındık, kime göre ilerledik diye bakmıyor. İyiyiz dersek iyi oluruz itiraz eden çıkmaz, diye düşünebilirsiniz. İşler bu kadar kötüleştikten sonra başka çareniz de yoktur zaten. Kendini iyi hissetmek isteyenlere bir gerekçe verir seçimi beklersiniz.
Ne var ki ekonomideki tablo lafla yürüyecek durumda değildir. Kötüyüz ve kötü oluşumumuzun -sadece- salgınla ve savaşla da ilgisi yoktur. Daha salgın başlamadan kötüydük ve 128 milyar doları yakmaya başlamıştık. Salgından kaynaklanan tedarik, nakliye ve aşırı talep gibi fırsatları da değerlendiremedik, çünkü hazırlık yapmak yerine, lafla zaman geçirdik. İhracat birkaç ay arttı, şimdi ithalat dış ticaret açığı daha fazla artıyor.
İyi değiliz; enflasyondan kura, faizden dış ticarete kadar bütün rakamlar, bunu söylüyor. Güvenilir anketler de öyle. Sadece abonelerine hizmet veren Ankara Enstitüsü’nün Ağustos 2022 “Türkiye gündemi ve risk analizi” raporuna göre toplumun yüzde 74’ü Türkiye’nin kötüye gittiğini, yüzde 80’i ise ekonomik gidişatın kötüye gittiğini düşünüyor. Rapordaki birçok önemli detay ve seçim tahminleri abonelere özel olduğu için burada kesiyorum ama insanlar durumun daha kötü olacağını düşünüyorlar. Malum, birçok araştırma da bu tatsız kanaati teyit ediyor. Etmese ne fark eder, ülkenin yetişmiş insanları da yetişmekte olan gençleri de geleceklerini Avrupa’da, Amerika’da arıyor.
Ortadaki tablo, “Avrupa aç sefil, kuyruklarda sürünüyorlar” demekle toparlanamayacak kadar derinleşmiş bir krizi ifade ediyor. Ne yazık ki sadece bugünü değil, bugün yapılması gerekenler yapılmadığı için ve bugün gerçekle yüzleşilmediği için ülkenin geleceğine de ağır bir yük biniyor. Halimiz, hakikatimiz budur. Döviz gelsin diye Avrupa’dan kapımıza dayanan herkesi elindeki pasaportun tarihi geçmiş olsa bile kabul etmek zorunda kalıyoruz. Daire karşılığı vatandaşlık kampanyası yapıyoruz. Dolar bari 18’de dursun diye kendi vatandaşımıza dolar garantili faiz veriyoruz. O hesaplara verilen ekstra ödemenin miktarı 100 milyar TL’yi buldu, bulacak. Yetmedi, 128 milyar rezerv buharlaşması da 190’ı geçti, 200 milyar dolara dayanmak üzere. Ortalığa saçılan yolsuzluk ve yozlaşma resimleri de bu kötü rakamlara eşlik ediyor.
Dünyada hiç kimsenin bilmediği, anlamadığı tevessül hiç etmediği yollarla makyaj yaparak ekonomiyi ayakta tuttuğumuzu zannediyoruz. Yük biniyor, finansal maliyet artıyor, devletin borcu; yani vatandaşın cebinden çıkan ve çıkacak olan para artıyor, umursamıyoruz.
Toplumun dünya gerçeklerine ilgisizliğini fırsat bilip, çarpıtılmış istatistikler ve fotoğraflarla propaganda yaparak krizin üstesinden gelinemeyeceği gibi, kriz yokmuş duygusu da verilemez. Gerçekler ortadayken aynı sözleri tekrarın da faydası yok… Türkiye, dünyanın en yüksek enflasyonu sahip ülkeler liginde, en yüksek dış borç maliyeti -CDS- liginde, en yüksek faiz liginde ve en yüksek kur liginde en üst sıralarda bulunuyor. Ya birinci ya da ikinci, üçüncü ama hiçbirinde ilk on sıradan kurtulamıyor. Türkiye’nin önünde arkasında hangi ülkelerin bulunduğunu söylemeye ise dil varmıyor.
Gerçekte büyük bir potansiyele sahip olan, şimdi bulunduğu sıralara hiç layık olmayan bir ülkenin ekonomisini basit ve denenmiş birkaç doğru hamleyle ayağa kaldırmak mümkünken, boş yere çekilen ıstırabı anlatmaya da kelimeler yetmiyor.