Peki, bir ülkenin gençleri ve yetişmiş insanları, yakınlarını, büyüdükleri sokakları bırakıp kendisini yetiştiren ülkeyi neren terk eder? Nasıl bu noktaya gelebilir? İnsanın memleketinden umudu kestiği nokta neresidir?
Türkiye’nin gençleri ve sadece özel alanlardakiler değil sıradan meslek sahibi insanları özellikle son beş yıldır neden Avrupa’ya koşuyor. Hatta, bilmem kaç yüz doktor ya da kaç bin üniversite mezunu Türk, Meksika’ya kapağı atıp kaçak yollarla ABD sınırını geçmeyi göze alabiliyor. Nasıl? Neden?
Geleceğini yurt dışında arayanların ağzından dinlediğimize göre;
1- İşsizlik… İş bulamamak veya aldığı eğitime uygun iş bulamamak.
2- Likayakate önem verilmemesi… Özellikle kamuda, işe alım ve terfilerde siyasal tercihlere; yani iktidarın adamı olup olmamaya bakılması.
3- Düşük ücret… İş olsa bile son birkaç yılda derinleşen ekonomik kriz ve yüksek enflasyon nedeniyle Türkiye’de çalışılan yılların bile karın tokluğuna geçtiği kanaati… Avrupa ile Türkiye arasında, özellikle bazı mesleklerde çok büyük ücret farkı bulunuyor.
4- Gelecekten umutsuzluk… Yani, iş olsa da olmasa da aslında bu ülkenin kalıcı bir huzur ortamına ulaşacağına inanmamak. Toplumsal gerilim ve kutuplaşmanın yükünü taşıma zorluğu, vs. “Ömrümüz böyle geçti, bu kadar yeter. Bari çocuklarımız yaşamasın bunu…” isyanı.
Bir insanın ülkesini iş için terk etmesi kolay bir karar değildir; bu karara zorlayacak sosyal ve psikolojik başka faktörler olmalıdır. Bazen küçük bir hareket, bardağı taşıran son damla olabilir. İnsanın doğduğu, büyüdüğü topraklardan uzağa atabilir.
Şunu unutmayalım… Türkiye, bugünden daha yoksul olduğu ikibinli yılların başında bile Batı’ya bu kadar kitlesel göç vermiyordu çünkü hem gelecek için bir umut vardı, hem de Avrupa ile Türkiye arasındaki refah farkı bu kadar açılmamıştı. 20 yıl önce gerimizde olan ülkeler dahi şimdi gelip bizi geçerken biz gerilemeye devam ediyoruz. Bu can sıkıcı istatistik de gençlerin umudunu kırıyor; yıllar geçtikçe refaha ulaşamayacakları duygusunu güçlendiriyor. Önceden en parlak beyinleri kaybettiğimiz için hayıflanırken şimdi sıradan meslek sahibi olanları da bu yüzden kaybediyoruz.
Bu tablo karşısında çok güçlü bir alarm sesi çalmalı… Ona bile mecal yok, ne yazık ki.
İçeride kendi kendimize büyüklük sloganları atarken, dünya bizi kıskanıyor deyip hamasetle coşarken, bir türlü tutmayan büyük hedeflerle birbirimizi oyalarken hiçbir şey değişmeyecek. Bu yalanlara inananlarımız inanmaya devam edecek ama gerçekler, iyi yetişmiş insanlarımızı uzaklara sürgün etmeye devam edecek. Dindarı da laiki de, muhafazakarı da Atatürkçüsü de, Türkü de Kürdü de aynı kafilede; burada yıllardır anlatılan masallara kulak tıkayıp Batı yoluna dizilecek.
Türkiye’nin bugün bir “düzelme, toparlanma mücadelesi” ya da “gelecek vizyonu” varsa, bunun olup olmadığını ülkesinden uzakta kendisine bir hayat kuran insanların geri dönüşünden anlayabileceğiz. Bu ülkenin yaşanabilir olduğunu ve gençlerine, eğitimli insanlarına adil muamele eden bir ülke haline geldiğini önce göç yollarındaki değişimle fark edeceğiz. Ne zaman ki ufukta onların silüetini görürüz; evet o zaman bu ülke düzeliyor demektir. Ne zaman kimse gitmez olur ve gidenler dönmeye başlar, bazı şeyler toparlanıyor demektir.
Sıradan insanlar, sıradan hayatlarını bu ülkede kurmaya karar vermezse; ne rasyonel politikalar işe yarar ne de irrasyonel nutuklar…