Rusya, 2014 yılında; o güne kadar Ukrayna’ya bağlı özerk bir bölge olan Kırım’ın ilhakına karar verdi. Gerekçesi, Ukrayna yönetiminin “Turuncu Devrim süreci” sonrası Batı’ya yakınlaşmasıydı. Putin önce, Kırım’ın kendisine bağlanmasını istedi; ardından Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu’na zorla ilhak için referandum kararı aldırttı. Devamında ise silahların gölgesinde yapılan referandumda beklendiği gibi Rusya’ya ilhak kararı çıktı. Putin, tıpkı önceki hafta sonu yeni dört bölgenin ilhakında olduğu gibi 21 Mart 2014’te Kremlin’de büyük bir tören düzenleyerek imza attı ve Kırım’ın ilhakını tamamladı. Her şey birkaç ay içinde sonuçlandı. ABD ve Avrupa olup bitenleri seyretti. Müslüman nüfus nedeniyle en çok duyarlı olması gereken İslam dünyası zaten hep seyirciydi; o zaman da tıpkı bugünkü gibi istifini bozmadı. Malum, bu istif Ukrayna işgalinde de bozulmadı ve hiçbir İslam ülkesi Rusya’ya karşı ambargoya katılmadı. Aksine hepsi soluğu Moskova’da aldı.
Rusya’ya Kırım’ı ilhak etme cesareti kazandıran ilk adım ise Abhazya ve Güney Osetya’yı Gürcistan’dan koparıp bağımsız bir ülke haline getirdiği 2008 yılındaki başarılı yayılma operasyonuydu. Ondan bir önceki adım da Çeçenistan’da kukla rejim kurmasıydı. Ondan da bir önceki ise SSCB’den kopan Moldova’daki Transdinyester bölgesini, bağımsızlığını bugün hala kimsenin tanımadığı bir bölge olarak tutabilmesiydi.
Yayılmacı hareketlerin tamamı Putin yönetiminde oldu. Putin şimdi de batağa saplandığı ve vatandaşları ülkesini terk edecek kadar başarısız olduğu Ukrayna işgalinde yeni bir ilhak adımı attı. Ukrayna toprağı olan ve daha önce tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Luhansk ve Donetsk bölgesi ile Herson ve Zaporijiya bölgelerini ilhak etti. Aynı senaryoyla… Buralarda önce hukuksuz ve göstermelik bir referandum yaptı; istediği sonucu aldı ve yine Kremlin’de yaptığı bir törenle bu bölgeleri Rusya’ya katan imzayı attı.
Bir anlamda Putin, hala anlamayan varsa onlara da dünya için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu duyurmuş oldu. Ve eğer Ukrayna’da istediği gibi hızlı ve kesin bir zafer kazanacak olsa sırayla bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin de işgal tehdidi altında olduğu tezini kesinleştirdi. Ki, Ukrayna fiyaskosuna rağmen bu ülkeler hala tehdit altındalar çünkü Putin’in koltukta kalabilmesi artık savaş makinasının sürekli işlemesine bağlı hale gelmiştir. Bunu en iyi hisseden eskiden Sovyetler’e bağlı olan veya eski Sovyet uydusu Orta Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinin en şiddetli işgal karşıtı olması boşuna değildir.
Öte yandan, işgal bitmedikçe ve işgal edilen topraklar Ukrayna’ya iade edilmedikçe ve de Rusya yönetimi bedel ödemedikçe ambargolar bitmeyecek. İşgale kadar pasif kalan Batı bugün bu vizyona bağlı durumdadır. Doğalgaz sevkiyatının kesilmesi ya da Rusya ile ticari ilişkilerdeki kayıpları göze alarak ambargoya devam etmeleri Putin yayılmacılığına karşı sıfır toleransı göstermektedir. Bu politikanın tolerans kaldırmazlığı zaruridir, başka da seçenek yoktur. Çünkü, ambargodan geri adım atmak ve Ukrayna’ya destekten vazgeçmek, Moskova’nın yayılma ve işgallerine onay vermekten başka anlam taşımayacaktır. Bu yüzden de Rusya, dünya güvenliği için her türlü senaryoyu mümkün kılan bir tehlike ve tehdit haline gelmiş bulunuyor. Rusya yönetiminin hem Ukrayna işgalini, hem dört bölgenin ilhakı süreçlerini sadece konvansiyonel bir savaşın değil nükleer tehdidin eşliğinde yürütmesi de bunu ayrıca gösteriyor. Köşeye sıkışmış ve ülkesini felakete sürükleyen bir liderin nükleer savaş seçeneğini kullanma ihtimalini kimse dışlamıyor.
Her kritik aşamada, savaşın çok uzamayacağına dair fazlasıyla iyimser senaryolar giderek zayıflıyor. Putin de iyimserliği dağıtmak ve dünyayı tedirgin etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.