Son zamanlarda iktidarın savunmasını “Evet, ekonomide bazı sıkıntılar var ama dış politikada iyiyiz” hattına kurduğunu görüyoruz. Tersinden okunduğunda bu cümle, ekonomideki krizin dış politikadaki “kararlı duruş”un faturası olduğu imasını içeriyor. Bağımsız dış politikada ısrar ettikçe Dolar’dan faize, enflasyondan yatırımlara kadar Türkiye’nin her alanda saldırılarla karşılaştığı tezi işleniyor. Topluma da “bağımsız dış politika istiyorsak ekonomide bazı bedeller ödeyeceğiz” mesajı veriliyor.
Ekonomideki kötü gidişin sebeplerini tekrar tekrar anlatmaya gerek yok… Kur neden yükseldi, fiyatlar neden durdurulamıyor, dünyadaki enflasyondan bizim enflasyonumuza düşen pay ne kadar ve en nihayet ekonomi politikaları krizi önlemekte ne kadar başarılı, gibi sorulara herkesin bir cevabı var artık. Türkiye’nin küresel finans baronları, dış güçler, karanlık odaklar vesairenin saldırısı altında olduğu varsayılsa bile bunun üstesinden gelmek zorunda olanın bizatihi hükümet olduğu gerçeğini de tartışmadan bir kenara koyalım. Hükümetin dışarıdan gelen belli belirsiz saldırılara karşı ülkeyi koruyamadığını sürekli tekrarlama halini de sorgulamayalım…
Soru şu: Türkiye, iddia edildiği gibi dış politikada başarılı mı? Ekonomi kötü de dış politika doğru yolda mı?
Beraber cevaplayalım… Hangisi olursa olsun; enerjiden teknolojiye, sayısız hammaddeden gıdaya kadar dışa bağımlı olan bir ülkenin ekonomisinin iyi olabilmesi mümkündür ama bunun birinci şartı iyi ve tutarlı bir dış politikaya sahip olmasından geçer. Mesela Türkiye, AK Parti yıllarının ilk yarısında yine dışa bağımlıydı ama içeride hukuk ve demokrasi işlerken, dışarıda da iyi bir politika izlediği için ekonomisi güçlüydü. Bütçe açığı, cari açık, enflasyon, kur ve işsizlik düşüktü; ücretler seviyesi bugünle kıyaslanamayacak kadar yüksek ve rezervleri de yeterliydi. En önemlisi de doğrudan yabancı sermaye geliyordu ve vatandaşlığı ucuzlatmak zorunda kalmıyordu. Dış politikası da başka ülkelerin başkentlerine bağımlı değildi; aksine kendi renklerini ve çıkarlarının gereğini taşıyordu. O sayede dünyanın değer verdiği bir merkez ve bütün ülkelerin mutlaka işbirliği yapmak istediği bir ülke olabilmişti.
Başarılı dış politika, bir yandan güvenliği artırırken bir yandan da ülkenin refahına katkı üretebilecek sonuçlar almaktan geçer. Türkiye o dönem kendi gücü sayesinde bu dengeyi sağlamıştı. Sonra, hamaset ve retorik merkezli, seçim hesabına ayarlı dış politika devreye girdi. İçeriye “kararlı ve dik duran bir tavır” anlatılmaya başlandı ve anlatı şiddetlendikçe herhangi bir dosyada kazanım elde edilemez oldu.
Suriye’de toprak bütünlüğü, PYD/YPG bölgesel oluşumunun önlenmesi ve sığınmacıların geri gönderilmesi gibi üç ana hedef vardı, üçünde de mesafe alınamadı. Ege meselesinde -ki en haklı olduğumuz konudur- bütün dünyaya heyecan verici restler çekildi ama neticede Akdeniz havzasındaki bütün eski/yeni dost ülkeleri karşımıza alan bir finale ve çıkarlarımızı savunmakta daha geri bir pozisyona razı olduk.
Yunanistan’la aramızdaki sorun o fırtınalı günlerin sonunda, Türk-Yunan sorunu olmaktan çıkıp Türk-Avrupa/ABD sorunu haline geldi. Yunanistan ve Rum Kesimi ile ABD ve Avrupa arasındaki ilişkiler ileri düzeyde askeri bir zemin kazandı. Bizim gemiler ise limanda bekliyor ve şimdi yakın zamana kadar ağır sözlerle hedefe koyduğumuz Mısır’la ilişki geliştirmenin yollarını arıyoruz. BAE ve Suudi Arabistan’la ilişkileri geri kazanmak için düştüğümüz tavizkar durum ortada. İsrail ile ilişki kurabilmek içinse “Filistin meselesi ayrı, İsrail’le münasebetler ayrı” demek zorunda kaldık.
Ukrayna işgalinin başında Batı ile yeniden iyi ilişkinin yollarını gözledik ama birkaç hafta içinde yeniden Rusya’ya yakın bir yere demir attık. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini -haklı bir gerekçeyle- veto etmeye çalışıyoruz ama yakın durduğumuz Rusya’nın Moskova’da PKK bürosu bulundurmasını ve Suriye’de YPG’yi himayesini görmezden gelmeye devam ediyoruz. Yine, Rusya’yla iyi ilişki hatırına aldığımız ve şimdi ne yapacağımızı bilemediğimiz S-400 füzelerinin faturası olarak ortağı olduğumuz F-35 projesinden çıkarılmış da bulunuyoruz.
Yanlış, hedefsiz ve hamasete dayalı dış politika içeride bazı kesimlerin heyecanını artırsa da Türkiye’yi masada yalnızlaştırdı, ekonomide pahalı finansal tedarik maliyetine mecbur bıraktı ve yabancı sermayeyi tamamen kuruttu. “Ekonomi kötü ama dışarıda iyiyiz” sloganı gerçeği yansıtmıyor. Bunda ısrar ise durumu daha da kötüleştirmekten başka sonuç üretmiyor.