Biz, çoğu hâlâ aktif olarak çalışmakta olan 2.5 milyon insanımızı bir gecede EYT sloganlarıyla emekli ederken; Fransa’da emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkartan reform için sokaklar yanıyor. Gösteriler aylardır durmuyor, hükümet de geri adım atmıyor. “Ne olacak iki sene için değer mi?” diye düşünüyor insan; demek değiyor. O kadar ki, bu yüzden neredeyse hükümet düşmek üzere. İktidar partisi içinde reforma isyan edenler var. Ama hayır, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un inadı inat.
Fransa, ekonomisini, milli gelirini, faiz oranlarını, işsizlik rakamlarını, enflasyonunu, CDS primini ve üretim kapasitesini Türkiye seviyesine getirebilmek için emeklilik yaşını yükseltmek zorunda! Gelişmiş bir ekonomi olsalar bizim gibi yaparlardı; çalışanlarını 40-42 yaşında emekli eder keyiflerine bakarlardı. Oturdukları yerden Türkiye’yi kıskanarak netice alamayacaklarını anladılar, kolları sıvamaya karara verdiler. Hazır Türkler, 40 yaşında emekli oluyor; fırsat bu fırsat biz 64’e kadar biraz daha dişimizi sıkalım, aradaki mesafeyi kapatalım diye düşünmüş olmalılar!
Halimiz hazindir…
Söylemeye gerek yok OECD ülkelerinde ve Avrupa’da bizim kadar az çalışan, bizim kadar kestirmeden emekli olan başka bir ülke yok. Böyle olduğu için de bütün bu ülkeler arasında en fakir ve en az gelişmiş ülkeyiz. Çalışma sürelerini gevşettikçe de gerilemeye devam ediyoruz. Çalışanlarımız, her yıl daha fazla emeklinin maaşı için ter dökmek ve vergi vermek zorunda. Türkiye’de çalışanın yarısı kadar emekli bulunuyor. Ayrıca da emekli maaşı aldığı süre çalışarak maaş aldığı süreyi geçen milyonlarca insanımız var.
Elbette meselemiz sadece emeklilik değildir. EYT bozuk emeklilik sistemimizin kalemlerinden bir kalemdir. Emeklilik sistemi de bozuk sistemin parçalarından bir parça… Mesele şu ki, Türkiye’de iktidarıyla muhalefetiyle güçlü mü güçlü bir popülizm var. Tek adam yönetiminin bir zararı da budur.
Sistemin tabiatı itibariyle tek adam hep kötü yönetir… Kötü yönettikçe de popülizm yapmak zorundadır. Popülizm yaptıkça hem kendini başka türlü icraat yapamamaya alıştırır, hem de toplumun beklentisini bu istikamette artırır. Plansız sübvansiyonlar, hesapsız kıyaklar, ölçüsüz destekler birbirini kovalar. Sonuç Türkiye gibi olur. Zaten sınırlı olan kaynaklarını asla doğru yerde kullanamayan, krizde bir ekonomi.
Olup bitenlerin hiçbiri tesadüf değildir. Kötü bir yönetim sistemi ve ondan daha kötü bir tatbikat, Türkiye’yi tarihinde görülmemiş bir savurganlığa mahkum etti. Yapılanlar plansız ve hesapsız olduğu için; bir tarafa verilen destek toplumun tamamından vergi ve hayat pahalılığı olarak mutlaka çıktığı için faydasızdır da. Üç ay önce artan asgari ücret bu yüzden işe yaramaz hale geldi, büyük gürültüyle çıkarılan EYT’yi güçlendirmek için 7 bin 500 maaş alt sınırı bu yüzden gerekti. Ancak yama yapmak asla yetmez. Sadece asgari ücret ve EYT değil, arada irili ufaklı ne kadar destek varsa, ağır ekonomik buhran karşısında buharlaşıp gider. Gitti de… Şimdi, art arda devlette kadro ilanı bu yüzden… 30 bin, 40 bin, 50 bin yeni personel alınacak!
Popülizmin, mukadder neticesi budur. Her kuruş harcama bir başkasının cebinden çıkmak zorundadır. Bir hevesle veya seçim korkusuyla verilen imkanların tamamı çok geçmez, birkaç ay sonra ağır bir maliyet olarak geri gelir. Yük, en çok da dar gelirlinin; yani o popülizmle aklı çelinmek istenen kitlelerin sırtına biner. Yapılan sansasyonel işlerin ömrü her defasında biraz daha kısalıyor. Çünkü verdikçe değeri azalıyor, değeri azaldıkça işe yaramıyor.
Eğer, bol bol dağıtarak ülke yönetmek mümkün olsaydı bunu herkes yapardı. Ama, iyi yönetilen ülkeler, gerçek demokrasiler ve hukuk devletleri bunu aklına bile getirmiyor. Türkiye hariç, bunu kimse yapmıyor. Bizde liyakati, tecrübeyi ve denetimi reddeden bir sistem, işler sarpa sadıkça elinde kalan tek şeyi yapıyor; elde avuçta olanı dağıtıyor. Sonra bir daha ve bir daha…
Seçimler gerçekten bir milat veya dönüm noktası olacaksa; bu ancak popülizmi bitirmekle olabilir.