İngiltere’nin Filistin ve Ürdün üzerinde manda yönetimi kurduğu 1920’lerden bugüne kadar Filistin’de yaşananlar; savaşlar, şiddet olayları, intifadalar vs.; bunların hiçbiri Filistinlilerin büyük sorununa çözüm getirmediği gibi her defasında durumu biraz daha kötüleştirdi. Sonuçların toplamına baktığımızda İsrailliler sürekli kazandı; Filistinliler sürekli kaybetti. Ve nihayet Trump adlı bir çılgın ABD’linin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararıyla sorun yeni bir evreye girdi.
Eğer güce karşı güç koyarak sorun çözecekseniz, bunun yolu -çocukların dahi bilecekleri kadar- açıktır: Karşınızdakinden daha güçlü olmak. Bu da modern çağda sadece ve sadece bilimde gelişmekle oluyor. Ve ne yazık ki Araplar hatta genelde İslam toplumları henüz bu bilinç ve eylem düzeyine yükselebilmiş değiller.
Esasen pek de ahlâkî ve insanî olmayan böyle bir çözüm imkânı olmadığına göre, bu büyük sorunu aşmak için ne yapmak lâzım?
***
Araplar, diğer İslam toplumları ve yöneticileri Filistin ve Kudüs meselesini genellikle bir Arap-İsrail ve Müslüman-Yahudi meselesi olarak gördüler ve mücadelelerini bu perspektifte yürüttüler. Böyle olunca bu konu Arap ve Müslüman olmayan milletlerin zihnine bir insanlık sorunu olmaktan çok, lokal bir ırk veya din sorunu olarak yerleşti. Bu da onlarda bir ilgisizlik duygusu geliştirdi. Hatta İsrail’in sürekli ve sistematik faaliyetleri dünyada İsrail yanlısı bir kamuoyu oluşmasına da yol açtı. Halbuki modern dünya değerleri açısından baktığınızda bu bir dünya sorunudur; özgürlük, bağımsızlık, güvenlik, dinî kutsallara saygı, insan hayatına saygı gibi değerlerin ve hakların vahşice çiğnendiği, sürekli şiddet üreten bir insanlık sorunudur.
Müslüman aydınlar, siyasetçiler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, eski dünya şartlarına göre oluşmuş bulunan “dâr-i İslam – dâr-i harp” zihniyetinden kendilerini kurtarıp, konuyu bir insanlık meselesi olarak dünya gündemine getirebilirlerdi. Üstelik meseleyi böyle kavrasalardı, dünyanın Müslüman olmayan toplumlarındaki insanlık değerlerine saygılı çok geniş bir aydın, düşünür, siyasetçi ve dinî lider kitlesiyle, sivil toplum vb. kuruluşlarla aynı düşüncede buluşmuş, aynı dili konuşmuş olacakları için onları da yanlarına alırlardı. Sonuçta Trump çılgınının bu kararına karşı dünyadan bugünküne kıyasla çok daha güçlü ve etkili sesler yükselebilir, bu tepkiler çığ gibi büyüyen baskılar üretebilirdi. Bu yol, Müslüman bireyler, gruplar ve yöneticilerin sergiledikleri, sadece dinî ve milli duygulardan beslenen, bundan dolayı da farklı dinden ve milletten olan dünya insanlarının, kendilerini dışarıda hissetmelerine yol açan, alanı daraltıcı duygusal tepkilerle mukayese edilemeyecek güçte bir etki doğulabilirdi.
***
Müslümanların -hem İsrail+ABD’nin sahip oldukları maddi güce karşı koyamayacakları için hem de esasen küresel dünya değerleri açısından doğrusu bu olduğu için- insan hakları savunucusu etkili kişiler ve oluşumlarla ortak değerler ve kavramlar etrafında düzenli bir iletişim ve işbirliği yapmaları önümüzde tek sonuç vaad edici yol olarak gözükmektedir. Bu bakımdan Cumharbaşkanımızın Papa ile ve dünya liderleriyle başlattığı iletişimi –konuyu bir insanlık meselesi olarak gündeme taşıması açısından, gecikmiş de olsa- önemli bir süreç olarak görmek gerekir.
Kanaatimce bunun kadar önemli iki husus daha var ki, ilki Müslüman dünyayı bu yolun önemine inandırmak, ikincisi de dünyadaki etkili insan hakları savunucusu aydınlar, düşünürler, üniversiteler ve sivil yapılarla da sürekliliği olan bir iletişim sürecini acilen başlatmaktır. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa, özünde bir insanlık meselesidir ve hem Müslümanlar buna ikna edildiğinde hem de dünyaya bu dille sunulduğunda sorun bambaşka bir mecraya taşınabilir.