ABD-Türkiye diplomatik ilişkileri 1831’de başladı ancak köklü hale gelmesi için bir yüzyıldan daha fazla süre geçmesi gerekti. Dönüm noktası 1946 yılındaki Missouri Zıhlısının ziyareti oldu. Amerika çok geçmeden İngiltere’yi ikame etti, askeri yardımlarından, ekonomik desteğinden, nükleer koruyuculuğundan Türkiye’yi yararlandırdı.
Türkiye de bir yandan ABD’nin dünya vizyonunda kendine çok partili rejimi, daha sonra da demokratik teşebbüsleriyle yer bulmaya çalışırken, diğer yandan küresel çıkarlarına hassasiyet gösteren bir politika benimsedi. Kore’ye asker gönderdi, Soğuk Savaş’ta Amerika ve müttefiklerinin yanında yer aldı.
Arada Yarbay Morrison olayı ve üslerin statüsü gibi mütevazı sayılabilecek gerilimler yaşansa da 1960’ların başına, daha doğrusu Kıbrıs sorununun 1963 yılı sonunda Türkiye’nin gündemine bir kez daha girmesine kadar neredeyse sorunsuz seyretti. Ondan sonraki yıllarda ise Kıbrıs ve dolayısıyla Türkiye-Yunanistan krizleri iki ülke ilişkilenin kanayan yarası haline dönüştü.
Amerika, Türkiye-Yunanistan dengesini korurken Kıbrıs sorununun hem çözümüne hem de yönetilmesine kendince katkıda bulundu. Ama bu arada Türkiye’ye ambargo uygulamayı da ihmal etmedi. Türkiye de yaşadığı her hayal kırıklığıyla Amerika’dan biraz daha uzaklaştı, kendisine daha otonom bir güvenlik stratejisi benimsemeyi seçti. Yine de Amerika’yı hiç ihmal etmedi, dostluğunu önemsedi.
Soğuk Savaş’ın bitiminde azalan stratejik değerini Irak’ın Kuveyt’i işgalinin yarattığı fırsatlar, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü takiben de Türk dünyasıyla kurduğu ilişkilerle korumaya çalıştı. Balkanlarda yaşanan krizlerin çözümünde rol oynadı. 11 Eylül saldırılarında Amerika’nın yanında yer aldı, Afganistan müdahalesi sonrasında ülkenin istikrarına, kurulan rejimin bekasına ciddi denebilecek katkılarda bulundu.
Bu ve benzeri nedenle de Türkiye Amerikan başkanlarının uğramaktan hoşlandıkları, gelip konuşmalar yaptıkları, icraatlarını övdükleri ve destekledikleri bir ülke haline geldi. 2003’de yaşanan 1 Mart Tezkeresi sorunu dahi kısa sürede atlatıldı. Türkiye’nin arabuluculuk çabaları, İsrail’le geliştirdiği özel ilişkileri Amerika tarafından takdir edildi. Bölgesi için emsal teşkil eden ve ağırlığı olan bir aktör olduğu söylendi.
Fakat Filistin sorununun seyri karşısında takındığı tutum, 2009’dan başlayarak İsrail’i yüksek sesle eleştirmesi, zamanın Başbakanı Erdoğan’ın Davos’ta Arap dünyasında sempati ve takdirle karşılanan o ünlü çıkışı yapması “Eksen Kayması” tartışmalarını beraberinde getirdi. Amerika’nın bu alanda etkili kanaat önderlerinin Türkiye’nin artık kendilerinden uzaklaştığını iddia etmelerine yol açtı.
“Arap Baharı” sırasında Türkiye’nin oynadığı rol ve yarattığı emsal de önce takdir edilse bile sonradan sorun olarak görülmeye başlandı. Özellikle Suriye’de makas giderek daha fazla açıldı. Amerika Türkiye’nin çıkar ve beklentilerinden bağımsız bir politikayı hayata geçirerek IŞİD’e karşı savaşta PKK türevlerine dayanmayı kendi açısından daha doğru buldu. Türkiye’yi isim oyunlarıyla oyalamaya çalıştı.
Bu da Türkiye’yi daha da otonom bir politika izlemeye sevk etti. Rusya’ya yakınlaşmayı, bu ülkeyle olan sorunlarını çözmeyi seçti. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Amerika’dan yönetilmiş olması da ilişkilerin daha da gerilmesine neden oldu. Türkiye’deki hemen herkes gibi iktidar da darbe teşebbüsünün arkasında ya da yanında Amerika’nın olabileceğini düşündü, Rusya’yla yakınlaşma ivme kazandı.
Hava savunması için uzun süredir ihtiyaç duyulan sistemlerin Rusya’dan temini Amerika’nın tepkisine, Türkiye’ye yaptırımlar uygulamasına gerekçe teşkil etti. Soğuyan ikili ilişkiler, yaşanan insani krizler, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunları başkalarına uygulanmayan tedbirlerin Türkiye’ye karşı uygulanmasına, Türkiye’nin de Amerika’dan pek çok açıdan daha da uzaklaşmasına neden oldu.
Ama belli ki geçtiğimiz yıl başlayan Ukrayna Savaşı Washington’un Türkiye’nin stratejik değerini bir kez daha idrak etmesine yardımcı oldu. Türkiye coğrafyası, Montrö kaynaklı yaptırım gücü, askeri imkanlarının artışı, dronlarının başarısı, arabuluculuk çabaları ve Rusya üstündeki etkisiyle Amerika’nın ilgisini çekti. İsrail başta olmak üzere ABD’nin Ortadoğu ortaklarıyla ilişkilerini normalleştirmesi de bakış açısının değişmesine zemin sağladı.
Kabul edelim ki, Finlandiya ve İsveç’in üyelik sürecine gösterdiği tepki de pazarlık gücünü pekiştirdi. Biden Vilnius’ta Erdoğan’la buluşup Türkiye’yi övdü. Geçtiğimiz günlerde de iki ülke Akdeniz’de uzun süredir görmediğimiz çapta büyük bir askeri tatbikat gerçekleştirdi. Dünyanın en büyük uçak gemisiyle Anadolu’nun fotoğrafları birlikte yayınlandı. Ankara’daki ABD Büyükelçisi sembolik jestler yaptı.
Selçuk Bayraktar Gerald R. Ford uçak gemisine davet edildi. Basında da bol bol haber çıktı. Türkiye söz konusu olduğunda Washington’da ağırlığı olan kanaat önderleri Türkiye’nin sorunlu bir müttefik ama nihayetinde müttefik ve onlar için önemli bir müttefik olduğu mealinde yazılar yazmaya başladı. Yakında Biden ve Erdoğan’ın tekrar buluşması, var olan sorunların aşılması için ortak siyasi irade sergilemesi bekleniyor.
Ben şahsen bu değişimi önemsiyorum ve devam etmesini, iki ülkenin birbirine daha çok yakınlaşmasını istiyorum. Türkiye için Amerika her açıdan önemli. Kaybetmemesi gereken bir müttefiki. Yeter ki Amerika Türkiye’nin çıkarlarına hassasiyet gösterebilmeyi, onu tıpkı Fransa ve Almanya gibi farklı beklentileri olan bir ülke olarak görebilmeyi öğrensin. Uyguladığı ambargoları kaldırsın, PKK’ya verdiği desteği kessin.
Zor ama bence imkansız değil. Biz de biraz değişirsek, sadece askeri gücümüz ve küresel siyasi ağırlığımız yerine demokrasimize ve düzeleceğini umduğum insan hakları sicilimize dayanırsak ona yardımcı olabiliriz. Tabii ki hayale kapılmamak, tedbiri elden bırakmamak, kurduğumuz özel ilişkileri sürdürmek, Rusya ve Çin’den gereksiz yere uzaklaşmamak, İran’la şu anki mesafeyi korumak kaydıyla…