Victor Hugo Green 1892-1960 yılları arasında yaşamış bir New Yorklu. Önce postacılık yapmış sonra da seyahat acentesi sahibi olmuş. Bu yazının başlığına konuk olmasının nedeni 1936 yılında çıkartmaya başladığı seyahat rehberi. Zenci Sürücünün Yeşil Kitabı diye tercüme edebileceğimiz rehberin ilk baskısında sadece New York ve çevresi varken, son baskısının yapıldığı 1966 yılına kadar neredeyse tüm ülkeyi kapsar hale geliyor, seyahat etmek isteyen Afrika kökenli Amerikalılara yol gösteriyor.
Çünkü o yıllarda Amerika derisinin rengi koyu olan insanlar için güvenli bir yer değil. Irkçılığın güya olmadığı kuzey eyaletlerinde bile saldırıya maruz kalabiliyorlar. Tuvaletleri kullanmaları, hatta yolda arabalarına benzin almaları çok zor. Mesela Shell Afrikalı Amerikalılara uzun yıllar servis vermiyor. Bir yerden bir yere giderken yanlarında yedek yakıt bulundurmaları, en insani ihtiyaçlarını arabalarının bagajlarında taşıdıkları kovalarla gidermeleri gerekiyor. Yolda yemek için durmaları, istedikleri bir restorana girmeleri neredeyse imkansız.
Hata yaparlarsa, istenmedikleri, beklenmedikleri bir yere girerlerse sözlü ve fiziki şiddete maruz kalabiliyorlar. 1960’ların sonunda akşam saatlerinden sonra Afrikalı Amerikalıların girmesinin kanunen yasak olduğu 10 binden fazla yerleşim merkezi bulunuyor. Şaşırıp hava karardıktan sonra buralarda kalan insanlar tutuklanabiliyor, cezalandırılabiliyor, dövülebiliyor, hatta öldürülebiliyor. Bunların arasında Ermenilerin ağırlıklı olarak yaşadığı ve soykırım tartışmasının genellikle merkezinde yer alan Kaliforniya’daki Glendale de var.
***
Afrikalı diplomatlar dahi Washington-New York arasında seyahat ederken saldırıya uğrayabiliyor. Jim Crow yasaları olarak bilinen ırkçı, ayrımcı düzenlemeler renginin derisi koyu olan insanları otobüslerin arkasında oturmaya, trenlerde farklı vagonlarda seyahat etmeye ve daha pek çok şeye zorluyor. Sıradan “beyaz” Amerikalıyaysa bu vahim ayrımcılık tıpkı senaryosu Victor Hugo Green’in rehberinin ekseninde şekillenen ve geçtiğimiz günlerde üç farklı dalda Oscar ödülü alan “Yeşil Kitap” filminde anlatıldığı gibi son derece normal geliyor.
Peter Farrelly tarafından yönetilen ve baş rollerini Mahershala Ali ile Viggo Mortensen’in oynadığı filmde ırkçılığın nasıl içselleştirildiğini görüyoruz. 1927-2013 yılları arasında yaşayan ünlü caz piyanisti Don Shirley 1960’ların başında güney eyaletlerine yaptığı turnede konser verdiği, bol bol alkışlandığı salonda tuvalete giremiyor, çaldığı restoranda yemek yemesine müsaade edilmiyor. Yeteneği, beyazlardan daha beyaz olan duruşu, giyinişi, parası, doktorası derisinin renginin getirdiği sınırları aşmasına yetmiyor. Şiddete maruz kalmamak için de Shirley yanına New Yorklu bıçkın bir İtalyan’ı şoför olarak alıyor.
Film hakkında söylenecek mutlaka başka şeyler de var. Verdiği mesajı eleştirmek de, övmek de mümkün. Farklı şekillerde seyretmek ve değerlendirmek de. Ama şurası gerçek ki anılara dayanan senaryo Amerika’ya, Amerika’nın yakın geçmişine ve aslında bakarsanız dünyanın tümüne ayna tutuyor. Kendimizi görmemizi, önyargılarımızla hesaplaşmamızı istiyor. Bunu da grafik ve didaktik olmayan bir şekilde yapıyor. Yönetmenin ve senarist hedefi belli ki bizi eğitmekten ziyade eğlendirirken düşündürmek, insani duygularımızı harekete geçirmek.
Sanırım beklentileri kendimizi züppeliğe varan bir klişeyle takdim ettikleri Shirley’in yerine koymak değil. Onunla empati kurmamız daha zor. Karşımızda her şeyi doğru yapmak isteyen, yollara çöp atılmasına karşı çıkan, eliyle kızartılmış tavuk yemekten dahi çekinen, abartılı şekilde şık giyinen bir insan var. Güçlü gibi duruyor ama zafiyetleri de olan bir karakter o. Yani derisinin renginin ötesinde izleyicin takip etmekten hoşlanacağı, onun gibi olmak isteyeceği bir kahraman değil. Zaten muhtemelen bu yüzden Shirley’i canlandıran Mahershala Ali Akademi tarafından yardımcı oyuncu ödülüne layık görüldü.
***
Oscar alamasa da filmin gerçek kahramanı (daha doğrusu protagonisti) şoför olan Tony Vallelonga. Empati yapacaksak kendimizi ancak onun yerine koyabiliriz. Güçlü ve kararlı, ayrıca iyi de bir insan. Filmin başında çalıştığı gece kulübü/restoranda taşkınlık yapanları dövmeden önce uyarıyor. Karısını çok seviyor, ailesine düşkün, üstelik de sevimli. Tek kusuru “biraz” ırkçı olması. Evine gelen Afrikalı Amerikalı musluk tamircilerinin su içtiği bardakları çöpe atabiliyor. Paraya olan ihtiyacı yüzünden Don Shirley ile çalışmayı kabul ediyor. Filmin akışı içindeyse değişiyor. Film de zaten Noel’de Shirley’in Vallelonga’nın evine gelişiyle, yani mutlu sonla bitiyor.
Fakat ne yazık ki Amerika’daki ırkçılık, dünyadaki ayrımcılık filmin çekildiği 2018 yılında bitmiyor. Sivil Haklar Hareketi sayesinde Amerika’da Jim Crow yasaları, “kanuni ayrımcılık” 1964’de ortadan kalksa, bir Afrikalı Amerikalı iki dönem başkanlık yapsa, Güney Afrika’yı artık siyahlar yönetse, Avrupa’da Afrika kökenlilere yönelik ayrımcılık azalsa da, beyazlar yine üstün ırk olduklarını iddia ediyor, ırkçılık farklı şekiller alıyor, ötekileştirme süreçleri hala işliyor, siyaset giderek daha fazla medeniyeler aksında tanımlanıyor.
Eğer vaktiniz olursa ve tabii ki seyretmediyseniz, bu hafta sonu Green Book filmini bir yerlerde bulup seyredin derim. Ama ne olur Amerika’nın, Avrupa’nın ve Afrika kökenlilere karşı yapılan ayrımcılığın ötesine geçerek. Gülerek öğrenmek, kendi içimize ayna tutmak, ırkçılık değilse bile önyargılarımıza dayalı ayrımcılık yapıp yapmadığımızı düşünmek için. Ne de olsa hepimiz insanız, sorun başkalarında olduğu gibi bizde de olabiliyor. İsterseniz YouTube’da ve diğer mecralardaki Don Shirley albümlerini de düşünürken, filmi veya okuduklarınızı değerlendirirken dinleyebilirsiniz. Keyifli bir hafta sonu temennisiyle…