Bana kalırsa var. Çünkü dışarıdan bakanlar Türkiye’nin önceliklerini anlamakta ve anlamlandırmakta zorlanıyor. Kıbrıs, Ege gibi konularda ne demek istediği bir ölçüde anlaşılsa da konu Rusya ile Ukrayna arasında kurulmaya çalışılan dengeye, NATO bünyesindeki sorumluluklarımıza, AB ile ilişkilerimize, dünya siyasetine bakışımıza, bölgesel sorunlar karşısındaki tavrımıza geldiğinde Türkiye’ye yüklenen anlam bakanın duruşuna göre değişiyor.
Bunda son yıllarda yapılan tutarsız açıklamaların, iç politikaya endeksli tavır alışların ve tabii ki dünya siyasetindeki hızlı devinimin de etkisi var. Ayrıca Türkiye’nin giderek daha otonom bir dış politika izlemesinin de diplomat, akademisyen, düşünce kuruluşu çalışanı ünvanı ne olursa olsun dışarıdan bakan çok insanı memnun etmediği gerçek. Bir de bulunduğumuz konuma uygun olmayan, değerleriyle uyuşmayan davranışlarımızın kuşku doğurduğunu unutmamamız gerek.
Uzun yıllar Türkiye’nin makro stratejisinin temel belgesi olarak kabul edilen, dışarıdan bakanların işine öyle geldiği için “Yeni Osmanlıcılık” metaforuyla özdeşleştirilen Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” anlayışının da her acıdan miadını doldurduğunu, dünya siyasetinin ise ciddi sarsıntılar ve değişimler yaşadığını düşünürsek açık ve mümkün olduğunca şeffaf olmakta yarar var derim.
Yeter ki “doktrin” gerçekçi olsun, ulaşılabilir amaçlar içersin, bir yüzyıl sonrasına değil günümüze hitap etsin, eş zamanlı olarak geliştirilecek stratejiyle örtüşsün, tek bir kişi, kurum ya da partiden ziyade tüm ülkenin çıkarlarını ve beklentilerini temsil etsin. Mümkün olduğu kadar ortak bir çalışmanın ürünü olsun. Yöntem açısından beş yıllık kalkınma planlarına benzesin. NATO’nun strateji belgelerinden ilham alsın.
Yazılmasına Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, MGK Genel Sekreterliği, Milli İstihbarat Teşkilatı, muhalefet, sivil toplum ve düşünce kuruluşu temsilcileri, akademisyenler katılsın. Kendilerini ilgilendiren konularda iş dünyasının bakışı, meslek örgütlerinin tavsiyeleri, odaların ve baroların görüşleri dahil edilsin ki kapsayıcı olduğu belli olsun.
Ortaya da kısa, evrensel değerlerle uyumlu, çatışma yerine çözüm öneren, Türkiye’nin önceliklerinin altını çizen bir belge çıksın. Bu belge de mesela eylül ayında New York’ta gerçekleşecek BM Genel Kurulu’nun açılış oturumlarında Cumhurbaşkanı tarafından sunulsun. Dünya da Türkiye’nin bundan sonraki dönemde önceliklerinin ne olduğunu, neleri gerçekleştirmek için siyasi çaba harcayacağını anlasın.
Çok şey hayal ettiğimin farkındayım ama hayal ve talep etmeden olmuyor. Türkiye’nin değişmesi, sorunlarını aşması, stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için dahi olsa insan haklarına saygıyı samimiyetle içselleştirmesi, ekonomisindeki krizi yönetmesi, kazanımlarını koruması, dünya siyasetindeki ağırlığını arttırması, aynı zamanda da pazarlarını geliştirmesi, derinleştirmesi, hepsinin ötesinde koruması şart.
Bazen hayal gibi gelen bir öneri bile birileri tarafından mantıklı bulunup hayata geçirilsin diye gündeme alınabiliyor. Bu öneri alınır mı, Türkiye’nin bir dış politika manifestosuna ihtiyacı olduğu kabul edilir mi bilmesem de denemekte fayda olduğuna inanıyorum. Alınırsa da böylesi bir belgenin hem açıklayıcı ve yol gösterici, hem de uygulayıcıları açısından bağlayıcı olacağını düşünüyorum. Ve sanırım yanılmıyorum…