Türkiye’de ekonomiden siyasete, sağlıktan insan haklarına kötü haber çok. Aslında dünya da farklı değil. Ukrayna’da savaş, Suriye’de insanlık trajedisi, Afrika’da ve daha pek çok yerde açlık, enerji krizi, gıda fiyatlarda artış, tedarik sorunları, yönetilemeyen iklim krizi, boş yere harcanan kıt kaynaklar ve şimdi bir de Kovid’in türevleriyle başlattığı yeni saldırı. Dünya savaşı riskinin giderek arttığını da vurgulamaya sanırım gerek yok.
Zor bir dönemde ve her açıdan zor şartlar altında yaşıyoruz. Yine de sevinebileceğimiz iyi şeyler oluyor. Kitaplar, sergiler, konserler, dostluklar, arkadaşlıklar, aileler ve hatta yediğimiz yemekler bizi hayata bağlıyor. Bazen küçük başarılarımızla övünüyor, bazen de tıpkı benim gibi -belki biraz da Bayram rehavetinin katkısıyla- okuduğumuz haberlerden iyimser sonuçlar çıkartıyoruz, mesela Burak Bekdil’in Defense News için kaleme aldığı habere seviniyoruz.
Bekdil’in Savunma Sanayi Başkanlığı’nın (SSB) yeni nesil savaş uçağı TF-X için motor tedariki amacıyla şirketlere çağrıda bulunduğunu, iki Türkiye şirketinin şimdiden cevap verdiğini, Kale grubu Rolls-Royce ortaklığının ise yakında bu çağrıya cevap vereceğini yazması hoşunuza gidebiliyor. Çünkü haber tam da yaptırımlardan bezdiğiniz bir anda karşınıza çıkıyor. Uçağın motorunun Türkiye’de üretilebileceğini okuyorsunuz.
Tali olmakla birlikte sınai mülkiyet haklarının devri, ihracat sınırlamaması gibi başka koşulların olduğunu, TF-X’in ilk uçuşunun 2026 yılında yapmasının planlandığını, 2029 yılında da hava kuvvetleri tarafından kullanılmaya başlanmasının hedeflendiğini öğreniyorsunuz. Bu konuları yakından takip eden Bekdil’in yazdıklarından TF-X’in Rolls-Royce motorlarıyla uçma olasılığının diğer alternatiflere göre daha güçlü olduğunu anlıyorsunuz.
Daha da önemlisi TF-X’in uçma olasılığının olduğu, yani Türkiye’nin dronlarını ürettiği gibi savunma ve saldırı kapasitesini arttıracak savaş uçağını da yakında gerçekten üretebileceğini görüyorsunuz. Üretilecek olan uçakların F-35 ve diğer muadilleri kadar etkili olacağını tabii ki bilmiyoruz. Ancak bana üretilecek, üretilebilecek olması, Türkiye’nin -başında kim ya da hangi parti olduğundan bağımsız olarak- otonom bir savunma sanayi kurması önemli geliyor.
İdeal bir dünyada savunmaya, müdahaleye ve savaşa harcanan paraların eğitime, sağlığa, iklim değişiminin durdurulmasına harcanmasını isterdim. Askeri teknoloji yerine diplomasiye, ülkenin yumuşak gücünün, arttırılmasına, ikna kabiliyetinin güçlendirilmesine zaman, enerji ve kaynak ayrılmasını dilerdim. Fakat ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Bütün çevremizin tepeden tırnağa silahlandığı bir coğrafyada geride kalma lüksümüz yok.
Diplomasi de demokrasi de gerekli ama askeri teknoloji olmadan olmuyor. Kimse sizi iyisiniz, hoşsunuz diye korumuyor, kollamıyor. Üyesi olduğunuz ittifaka, müttefiklere dahi güvenmeniz, güvenliğinizi ihale etmeniz imkânsız. Zaten onların da sizi her konuda, her alanda ve her sorun karşısında savunmaları imkânsız. Ege’deki haklarınızı, Akdeniz’deki çıkarlarınızı ancak güçlü olursanız koruyorsunuz. Ne Rusya’ya dayanabiliyorsunuz ne de bir başkasına.
Keşke küresel bir silahsızlanma çabası başlasa, insanlık yeni bir idrakle sorunlarını güç kullanmadan çözmeye çalışsa, devletler hak ve hakkaniyete önem verse, terör konusunda ikircikli davranmasa, Rusya Ukrayna’ya saldırmasa, ABD bize her fırsatta yaptırım uygulamasa, AB adil ve dürüst olsa, İran nükleer silah üretmeye, İsrail İran’ı bulduğu ilk fırsatta çökertmeye, Körfez ülkeleri bir birinin altını oymaya kalkışmasa da silahlanıyoruz diye sevinmesek…