Guardian gazetesinin kıdemli yazarlarından Simon Tisdall’ın son yazısının başlığı benim yukarıda kullandığıma yakın. O, Gazze’nin hayatta kalabilen çocukları kendilerine yönelik bu saldırının gerçekleşmesine müsade edenler hakkında ne düşünür diye sormuş, sonra da en az 1750 çoçuğun İsrail saldırılarında hayatını kaybettiğini, yaşananların Rwanda ve Srebrenica soykırımlarını akla getirdiğini belirtmiş.
Buna karşılık uluslararası toplum adına hareket edenlerin cılız açıklamalarla sorunu geçiştirdiğini, hiç kimsenin bu katliamı durdurmak için samimi çaba harcamadığını vurgulamış. Save the Children adlı sivil toplum örgütünün her 15 dakikada bir çocuğun öldürüldüğünü, Euro-Med Human Rights Monitör’ün tahminin günde 200 genç ve çocuk ölümü olduğunu, geçtiğimiz hafta sonu itibarıyla 3 bin 250 çocuğun yaralandığını aktarmış.
Tisdall’ın dediği gibi günün birinde hayatta kalabilen bu çocuklar hepimizden duyarsızlığımızın hesabını soracak. Çünkü içlerinden bazıları radikalleşecek ve şiddete yönelecek. Ama diğerleri tıpkı kendilerin bir ya da iki, hatta belki üç kuşak öncekiler gibi travmaları ve psikolojik sorunlarıyla birlikte yaşacak. Bence sesleri hemen her savaştan sonra olduğu üzere yine duyulmayacak, duyullanlar da büyük anlatıların, kahramanlık hikayelerinin içinde kaybolacak.
Umarım insani duyarlılığını kaybetmemiş yazarların, Amnesty International ve diğer örgütlerin, insani sorunlara hassasiyet gösteren siyasilerin çabalarıyla İsrail üstündeki baskı artar da 7 Ekim’de yaşadığı saldırının sonuçlarına sivillerin, özellikle de çocukların katlanmaması gerektiğini anlar. Yine umarım tepkiler Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni bu kez harekete geçirip İsrail’i orantısız güç kullanımından, Cenevre Sözleşmeleri’nin hükümlerini ısrarla çiğnemekten ala koyar.
Beklentim doğal olarak bu savaşın bir an önce bitmesi, yayılıp bölgeselleşmemesi, daha fazla insan kıyımına yol açmaması. Ancak mesleki tecrübem beklentimle ne yazık ki örtüşmüyor, bana savaşın bir süre daha süreceğini, Hamas’ın tasfiyesini içereceğini, Filistin sorununu daha da çözülemez hale getireceğini, İsrail’in hedefinin Mısır’la ilişkileri kopartmadan Gazze’yi Sina’ya ihraç etmek olduğunu söylüyor.
Diğer yandan da Mısır Refah sınır kapısını açmadan ne kadar dayanabilir bilmiyorum. Ama bana her şeye rağmen bir an önce açması, savaştan kaçanlara geçici sığınma imkanı tanıması, mali yükünü de Arap Birliği’nin varlıklı üyelerine ihale etmesi gerekir gibi geliyor. Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan, Ukrayna’dan insanların kaçma, başka ülkelere sığınma hakkı varsa dört tarafı kapalı Gazze’den de kaçma, çıkma hakları olmalı.
Unutmayalım ki söz konusu olan insan hayatı. Değer veriyorsak yazalım, eleştirelim, konuşalım, İsrail’i caydıralım, AB ve ABD üstünde baskı kuralım, BM mekanizmalarını ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni harekete geçirelim fakat aynı zamanda oradaki insanlara savaştan kaçma, kendilerinin ve çocuklarının hayatlarını koruma hakkı da tanıyalım. Onları ölüme, İsrail’in insafına, malum bazı ülkelerin iki yüzlü politikalarına mahkum etmeyelim.
Mısır’ın mutlu olacağını hiç sanmam ama birilerinin Gazze’den çıkış hakkını gündeme taşımasında, Türkiye’nin insani hassasiyet ve kendi tecrübelerinden oluşan sorumluluğuyla konuyu muhataplarıyla konuşmasında yarar var diye düşünüyorum. İdeali bu savaşın bitmesi, insanların çektikleri acıların sona ermesi, mümkün olan en kısa sürede de Filistin sorunun çözülmesi. Ancak ideal bir dünyada yaşamıyoruz, insanları da idealler uğruna ölüme terk edemeyiz, etmemeliyiz…