Kurucu belgesine göre Birleşmiş Milletler örgütünün altı temel organından biri olan Genel Kurul 5 Eylül Salı günü Trinidad Tobago Dışişleri Bakanı Dennis Francis’in yaptığı mükemmel bir konuşmayla açıldı.
Mesleki merakım yüzünden UN TV’den seyrettiğim açılış töreninde Francis bir yıl süreyle başkanlığını yapacağı Genel Kurul’un gündeminde olan hemen her konuya değindi, nasıl bir başkanlık yapacağını duyurdu.
Ancak ne yazık ki adet olduğu üzere boş bir salona, delegasyonların bazılarının gönderdiği genç diplomatlara konuştu. Onlar da eminim notlarını aldılar, kimsenin okumayacağı raporlarını hazırlayıp misyon şeflerine belki merkeze gönderilir de birinin dikkatini çeker umuduyla sundular. Muhtemelen bundan sonra da aynı şeyi yapacaklar. Devlet veya hükümet başkanları ya da dışişleri bakanlarının konuşmalarını raporlayacaklar.
Çünkü misyon başkanları merkezlerinden gelen delegasyonların peşinde olacak, merkezden gelenlerse ABD Başkanı gibi bir kaç önemli şahsiyetin dışında yapılan konuşmalar ve resmi gündemdeki tartışmalar yerine ikili ve çok taraflı görüşmeleri tercih edecek, sınırlı vakitlerini daha ziyade kendilerini, ülkelerini doğrudan ilgilendiren güncel siyasi sorunların çözümü veya yönetilmesi için gereken diplomatik ilişkiye ayıracak.
Keşke New York’a gelmişken BM’nin gündemine daha çok zaman ayırabilseler, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için daha çok çaba harcasalar. Libya’da binlerce insanın bir anda ölümüne, dünyanın hemen her yerinde sellere, orman yangınlarına neden olan iklim değişikliğini durdurmak için ne yapıyoruzun tartışılacağı Çarşamba günkü oturuma samimi önem atfetseler, nükleer silahların ele alınacağı oturuma katılsalar.
Unutmayalım ki dünyanın jeopolitik rekabetler, bölgesel çatışmalar dışında da onlarca sorunu var. BM raporlarının üç yıl önceki verilerine göre dünyada 724 milyon insan bizlerin bile görmediği, bilmediği bir yoksullukta yaşıyor. BM’nin hedeflerinden biri olan kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için bu gidişle 300 yıl daha beklemek gerekiyor. Kalkınalım derken çevreyi kirletiyoruz, denizlerimizde plastik adaları oluşturuyoruz.
Yine BM tarafından hazırlanan/hazırlatılan raporlar iklim dengesinin tamamen kopacağı 1,5 derecelik sapmanın 2035 yılında gerçekleşeceğine işaret ediyor. Ukrayna Savaşı’nın bir kez daha gösterdiği gibi dünya nükleer bir çatışmanın, daha doğrusu yok oluşun eşiğinde bulunuyor. Nükleer silahları ne sınırlama, ne de yayılmasını önlemek mümkün oluyor. Bölgesel sorunlar, hegemonik rekabetler küresel varoluşu tehdit ediyor.
Carnegie Vakfı’nın web sayfasında yer alan kısa analizde Minh-Thu Pham ve Steward Patrick 78’inci Genel Kurul için bu konuların dışında örgüte hedef olarak bir de Güvenlik Konseyi’nin reformunu koymuş, uzun süredir gündemde olan reform tartışmalarının Rusya ve biraz da Çin’i sıkıştırmak, Hindistan’ı mutlu etmek için Biden tarafından yeniden ısıtılsa da sonuçsuz kalabileceğinin altını çizmiş.
Reform gerçekten de önemli. Uluslararası barış ve güvenliği korumak da, açlıktan iklim felaketine diğer sorunları çözmek de bu yapıyla kolay değil. Güvenlik Konseyi tarihinde bir kez genişlemiş olsa da İkinci Dünya Savaşı sonrası dahi değil sırasındaki güç dengelerini yansıtıyor. Ancak reformun ne şekilde olacağı, daimi delegelerin sayısının mı arttırılacağı yoksa yeni statüde geçici delegelerin mi katılacağı tartışmalı.
Zaten beş daimi üyenin reformu kabulleneceği de nihayetinde bir varsayımdan ibaret. Ne ellerindeki veto yetkisinden vazgeçmek, ne de veto yetkisini kullanacak üyelerin sayısını arttırmak isterler. Şu veya bu şekilde genişleme olsa da Almanya’dan İtalya’ya, Nijerya’dan kim bilir daha kimlere herkes kendini orada görmek isteyeceği için uzlaşma sağlanmaz. Sağlansa da sorunlar çözülmez, kollektif güvenlik mantığı işlemez.
Bence Türkiye de dahil veto ayrıcalığına sahip olmayan diğer üyelerin imkansızın peşinde koşmak yerine BM platformunun gücünden ve siyasi cazibesinden yararlanıp dünyanın diğer sorunlarına, açlığa, sefalete, iklim ve çevre krizine, nükleer silahların sıfırlanmasına ağırlık vermesinde yarar var. Daha çok mülteci, daha çok yabancı düşmanlığı, daha keskin ayrışmalar ve saflaşmalar görmek istemiyorsak, sellere ve yangınlara üzülüyorsak, benzerlerinin günün birinde bizim de başımıza gelebileceği düşünüyorsak BM’nin bize platform sağladığını unutmayalım.
BM asıl kuruluş amacı olan devletler arası barış ve güvenliğin korunmasında çok etkili olamasa da çaba harcanırsa 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Ajandasının hedeflerine ulaşmasını, 2035 yılına kadar küresel sıcaklık artışının 1,5 derece altında tutulmasını, dünyanın daha az kirlenmesini, kadınların daha eşit şartlarda yaşamasını temin edebilir. Emek verilir, finansman sağlanırsa BM ajandasından olan, olmayan daha pek çok şeyi gerçekleştirebilir.
Eksiklikleri ve hataları kimseyi yıldırmasın. Yapısının da, pratiğinin de, kurallarının da değişmesi gerekiyor. Fakat değişene kadar da yapabileceği çok şey var. Yeter ki bizler sadece hatalarına ve eksiklerine, devlet ve hükümet başkanlarının ikili görüşmelerine değil BM’nin gündemine de yoğunlaşalım, siyasileri ve bürokratları dünyanın geleceğini etkileyecek konuları önemsemeye teşvik edelim. İyi ve huzurlu bir pazar günü dileğiyle…