Uzun, zorlu ve demokratik bir mücadelenin ardından Johnson kabinesinin dışişleri bakanı Liz Truss Pazartesi günü partisi tarafından 81 bin 326 oyla liderliğe, dolayısıyla da başbakanlığa seçildi. Dün de İskoçya’ya giderek şu sıralarda Balmoral’da ikamet eden Kraliçe Elizabeth’den sorumluluğu aldı. Yakında hükümetini kurup göreve başlayacak.
Guardian, New York Times gibi gazetelerin yazdığına göre Truss ilginç bir kişilik. Tabii ki iyi bir eğitimi de var. Oxford’un önemli kolejlerinden birinde felsefe, siyaset, iktisat ağırlıklı okumuş. Önce Liberal Parti’ye, sonra da Muhafazakarlara katılmış. Siyasi kariyerinde zikzaklar çizse de başarılı olmuş. Dendiğine göre evliyken yaşadığı bir ilişkiden dolayı zamanında bir miktar hırpalanmış.
Eskiden monarşiye karşı olduğu, bazı uyuşturucuların kullanımının serbest bırakılması gerektiğini savunduğu, Brexit’e önce karşı çıkıp sonra da en amansız savunucularından biri haline dönüştüğü biliniyor. Dışişleri ilk devlet görevi değil. Uzun sayılabilecek Avam Kamarası tecrübesi de mevcut. Ancak kırdığı potlar, adını ve yerini karıştırdığı denizlerle de tanınıyor.
AB belli ki onun seçilmiş olmasından rahatsız. Öyle olmasaydı Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen hemen açıklama yapmaz, sosyal medya üstünden “anlaşmalarımıza tam saygı gösteren bir işbirliği” beklediğinden söz etmezdi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Britanya’nın müttefik olduğunu hatırlatma lüzumunu hissetmezdi.
Rusya’nın da çok mutlu olmadığı malum. ABD ise onu mu yoksa rakibi Rishi Sunak’ı mı tercih ederdi çok açık değil. Açık olan biz de dahil herkesin Truss ile çalışmak, belki de çatışmak zorunda kalacağı. Çünkü Birleşik Krallık tüm sorunlarına rağmen dünya siyasetinde ağırlığı olan, önemli bir ülke. Onun başındaki insanın tercih ve beklentileri de öyle.
Fakat çok olasıdır ki İngiltere genel eğilimlerini, dünyanın gidişatına ilişkin stratejik vizyonunu değiştirmeyecek. Rusya ve bir ölçüde Çin’i rakibi olarak görecek, diğer ülkelerle olan münasebetlerini bu iki güce endeksleyerek okumaya devam edecek. Ukrayna bundan önce olduğu gibi bundan sonra da öncelik verdiği sorun olacak.
Amerika ile özel işbirliği sürecek. Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda İngiltere’nin küresel açılımının yine temel ayakları olarak kalacak. İnsan hakları ve demokrasiyi stratejik ya da ekonomik çıkarları gerektirdiği oranda önemseyecek. AB’yi hem rakip, hem de ortak olarak görecek. Muhtemelen de Avrupa Siyasi Topluluğu projesinin dışında kalmamaya özen gösterecek.
Ben, Truss’la birlikte Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerinde köklü bir değişiklik yaşanacağını sanmıyorum. Haziran ayında Ankara’ya gelen, Türkiye’nin hassasiyetlerinin ve bölgesindeki etkisinin bilincinde olduğu izlenimi veren Truss, ikili ilişkilerde kırılmaya yol açabilecek teşebbüslerden kaçınacak, bir daha “bize gelen mültecileri Ruanda’yla yaptığımız gibi para karşılığı size gönderelim” mealinde açıklamalar yapmayacaktır.
Truss olsa olsa ülkesine olan göçü kısıtlamak için vize sorununu içinden çıkılmaz hale getirir. Aylarca süren bekleme süreleri daha da uzatıp, caydırıcı başvuru ücretlerini daha da arttırabilir. Türkiye de zaten bu konuda ciddiye alınabilecek bir tepki göstermez. Ne iktidar, ne muhalefet, ne de sivil toplum örgütleri mesela İngiliz mallarını boykot etmek gibi bir yaptırım tedbiri uygulamaya kalkmaz.
Başka bir deyişle ilişkiler vize sorunları yüzünden zarar görmez. Hatta ekonomik işbirliği derinleşebilir, daha çok İngiliz turist Türkiye’yi ziyaret edebilir. Milli savaş uçağımız Rolls Royce motoruyla uçabilir. Yeter ki başka yerlerdeki çıkarlarına zarar vermeyelim, onları Karadeniz’de ya da Akdeniz’de zor durumda bırakmayalım. Rusya ile olan ilişkilerimizde Amerika’nın huzurunu kaçırmayalım.
Görünen o ki Liz Truss’ın önündeki en büyük sınama iki yıl sonra gerçekleşecek seçimlere kadar önce partisini, sonra da ülkesini kontrol altında tutmak, enerji fiyatlarının artışını durdurmak, Ukrayna krizinden her anlamda kârlı çıkmak için çalışmak olacak. AB ayrılığı yüzünden Kuzey İrlanda’nın yeniden karışması, İskoçya’nın bir kez daha referanduma giderek bu kez bağımsızlığını kazanması da dışlanabilecek olasılıklar değil. AB ile de çözülememiş çok sorun var. Umarız bunlar Britanya’nın dış ve güvenlik politikasında gereksiz krizlere, tırmanmalara, başarı hikayesi aramalara yol açmaz…