Anadyr, Sovyetler Birliği’nin 1962 yılında Küba’yı Amerika’dan korumak, aleyhine bozulan nükleer güç dengelerini takviye etmek, biraz da bu ülkenin Çin’e kaymasını önlemek amacıyla başlattığı büyük çaplı operasyona verdikleri ad. Biz bu tecrübeyi daha ziyade sonuçlarıyla, aynı yıl Ekim ayında bir Amerikan casus uçağının çektiği fotoğrafların yarattığı krizle biliyoruz. Dünyayı nükleer savaşın ve yok oluşun eşiğine getiren olası felaket olarak tanımlıyoruz.
Günümüzde yeniden güncellik kazanmasının nedeniyse Ukrayna’daki savaş. Özellikle de Amerika’da ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde hakim olmaya başlayan nükleer silahların caydırıcılığın ötesinde kullanılamayacağına, dolayısıyla da tırmandırmanın, savaşı sürdürmenin, Rusya’yı köşe sıkıştırmanın ve hatta konvansiyonel silahlarla yenmenin, en azından Ukrayna’da yorarak yıpratmanın risksiz bir şekilde gerçekleşebileceğine olan inanç.
Madem ki iki taraf da nükleer silah kullanmanın felakete yol açacağını biliyor, o zaman rasyonel düşünecek liderlerden biri ya da öteki nükleer silaha başvurmaktan kaçınacaktır deniyor. Dolayısıyla da tırmandırmada, uçurumun kıyısında siyaset yapmada beis görülmüyor. Sovyetler Küba’dan orta menzilli nükleer füzelerini çektiyse yeterince baskı yapılınca, nükleer tehdit ortaya konunca, Ukrayna’da hırpalanınca Rusya da geri çekilmeye zorlanabilir diye düşünülüyor.
Genellikle de Küba’dan çekilişin bir uzlaşma sonucunda olduğu, Amerika’nın Küba’ya bir daha saldırmama sözü verdiği, ayrıca Türkiye’ye konuşlandırdığı Jupiter füzelerini de söktüğü unutularak konuşuluyor. Oysa sürecin müzakere boyutu hatırlansa Ukrayna sorunu çok daha kolay çözülecek, Rusya’nın Ukrayna’ya vereceği garantiler karşılığında tıpkı Türkiye’den füzelerin çıkartılması gibi Ukrayna’nın NATO üyelik perspektifinin askıya alınmasıyla kriz aşılacak.
Aslında ortada bilgi de belge de var. İstenirse pekala Rusya’nın Amerika ve NATO’ya gönderdiği anlaşma taslakları raftan indirilebilir, Ukrayna ve Avrupa’nın endişeli ülkeleri güvence verilerek teskin edilebilir. Ama ne yazık ki siyasi irade yok. Amerika kadar Rusya da geri adım atan taraf olarak gözükmek istemiyor, savaşı nükleer eşiğe kadar taşımakta belli ki o da beis görmüyor. Rahatlık da büyük ölçüde rasyonalite varsayımının işleyeceğine duyulan inançtan kaynaklanıyor.
Halbuki bu konularda yapılan pek çok çalışmada rasyonalite kadar tesadüflere de yer olduğu anlaşılıyor. Ve bence Graham Allison’un Küba füzeleri krizini üç farklı perspektif içinde analiz eden, rasyonel karar verme anlayışının sığlığını Pearl Harbour baskını ve Kore örnekleri üstünden anlatan “Essence of Decision” kitabının bu konuyla ilgilenen herkes tarafından okunduysa bile bir kez daha okunması gerekiyor.
Umarım Foreign Affairs’in Mayıs/Haziran sayısında yer alan ve 2022’de yayınlanan Sovyet gizli belgeleri üstünden Küba krizinin gelişimi açıklayan Sergey Radchenko ile Vladislav Zubok’un makalesi buna vesile olur. Çünkü orada da Allison’un karşılıklı yok oluş varsayımının işlemeyebileceğini, devletlerin her zaman rasyonel karar veremeyeceğini gösteren, Sovyetler Birliği karar verme süreçlerinin de en az ABD kadar karmaşık olduğunu ispatlayan deliller var.
Zaten karar verme süreçleri üstüne yapılan çalışmaların çoğunda da kriz anlarında rasyonel kararlar verilmesinin zor olduğu, algıların gerçekleri gölgeleyebildiği, grup düşüncesinin, yani lidere yaranıp bir yerlere gelme dürtüsünün ağırlık kazandığı, bunun da hataların ortaya çıkmasını hızlandırdığı vurgulanıyor. Radchenko ve Zubok’un makalesinde anlattıklarına benzer şekilde alt düzeyde bir askerin en üst düzeye gerçekleri aktarmasına mani olunuyor.
Hayat, Netflix’teki Diplomat dizisinin en doğru bildiğini başkanına aktarmak ve muhtemel bir savaşı önlemek için kıvranan Amerika’nın özel misyonlu Londra Büyükelçisi profiline çok uymuyor. Mutlaka her ülkede bu tür rasyonel aktörler oluyor, doğru bildiğini savunmayı mesleki geleceğinden daha fazla önemsiyor. Ancak veriler bu tekil aktörlerin siyaset yapım süreçlerinde ağırlığı olduğuna işaret etmiyor.
John Kennedy’nin, dolayısıyla da dünyanın şansı yanında daha sağduyulu olduğu söylenen kardeşi Robert Kennedy’nin olması, diplomasiye ve çatışma yerine ablukaya öncelik tanımasıydı. Castro’yu devirmek için CIA tarafından planlanan Domuzlar Körfezi çıkartmasının ağırlığı altında ezilen Amerika başkanı aksi taktirde askerler tarafından kendisine ilk önerileni kabul edip ülkesini de başta Türkiye olmak üzere dünyayı da felakete sürükleyebilirdi.
Radchenko ve Zubok’un yazdıklarından Kruşçev’in de baskılara direndiği, Küba liderliğinin nükleer savaş sevdasını sarkastik bir dille eleştirdiği, kendisi ve ülkesi için çıkış yolu aradığı, taktik dahi olsa nükleer silah kullanma yetkisini Küba’daki Sovyet generallerine devretmediği anlaşılıyor. Ama aynı yazıda sürecin yönetiminde hatalar yapıldığı da görülüyor. Kruşçev’in derdinin ülkesi kadar kendi konumunu korumak olduğu ortaya çıkıyor.
Olasıdır ki Biden ve Putin de yakın çevresinden, onların nabza göre verdikleri şerbetlerden, hepsinin ötesinde bu insanların tecrübe ve birikimleriyle edindikleri rasyonel olmayan önyargılarından besleniyor. Devletler en hata yapılmaz dediğiniz anlarda bile hatalar yapıyor. Kruşçev’in 1962’de yaptığı hatayı, Putin 2022’de tekrarlıyor. Biri Küba’ya füze yerleştirmeye kalkarken, diğeri Ukrayna’yı işgal edip rejimini değiştirmeye çalışıyor.
Ancak dünyanın artık hatayı hatayla telafi etme lüksü kalmadı. Sorun, tırmandırma ve rasyonalite varsayımıyla ya da Radchenko ve Zubok’un yaptığı gibi Putin’in Kruşçev’den ders çıkartmasını beklemekle değil tıpkı 1962’deki gibi müzakereyle, Putin’e onurlu bir çıkış kapısı bırakarak çözülebilir. Aksi takdirde savaş tırmanır, kullanılmayacağı varsayılan silahlar da kullanılmaya başlanır.
Vaktiniz varsa Allison’un kitabını okuyun, seyretmediyseniz Diplomat dizisini aklınızda bulundurun derim. İlginizi çekerse YouTube’da 1962 krizine ilişkin çok güzel kısa belgeseller var. Foreign Affairs makalesi de konuya ilgi duyanların okunmazsa olmazlar listesinde bulunmalı. Belki biraz da Hiroşima’ya, 1945’de yaşadığı felaketin fotoğraflarına bakmak isteyebilirsiniz. İyi, huzurlu ve barış umudunun canlı olduğu bir bayram dileğiyle…