Futboldan hiç anlamam, hiç de seyretmem. Ama sanırım Trump yönetiminin keyfi kararıyla akıbeti tartışmalı hale gelen İran’ın nükleer zenginleştirme faaliyetlerini durdurmasına karşılık ambargoların kalkmasını öngören çok taraflı mutabakatı kurtarmak amacıyla Cuma günü Viyana’da diğer imzacılarla bir araya gelen Almanya ve Fransa’nın takındığı tavrı en iyi bu kelimeler özetliyor: AB topu taca atıyor.
Çünkü her iki ülke de sorumluluk almadan, üstlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeden sorunu yönetmeye çalışıyor. Niyetleri ABD’nin “kalesine gol atmak”, Trump Amerika’sına onlar uymasalar bile JCPOA kısaltmasıyla özetlenen 14 Temmuz 2015 tarihli taahhütlerine sadık kalacaklarını ilan etmek değil. Hala ara bir yol bulmaya, zaman kazanmak için de oynadıkları topu sürekli saha dışına çıkartmaya çalışıyorlar. Amaçları en az zararla bu işi kapatmak, mümkünse İran’ı yeni bir uzlaşmaya razı etmek.
Oysa çıkarlarını korumak için ilkesel duruş sergilemeleri, İran’a uygulanacak yaptırımları kabul etmeyeceklerini açıklamaları, şirketlerine karşı İran’la ticaret yapıyorlar diye müeyyide uygulanacak olursa onların da Amerikalı şirketlere benzerini yapacaklarını vurgulamaları gerekiyor. Fakat onlar hemen karar alamayız, yaptırımlara maruz kalacak şirketlerimizin zararlarının tamamını karşılayamayız mealinde açıklamalar yapıyorlar.
***
Fransa Dışişleri Bakanı Le Drian “Kasım ayından önce bir paket ortaya koyamayız” diyor, Almanya Dışişleri Bakanı Maas ise İran’daki operasyonlarını sonlandıracak şirketlerin zararlarının nasıl karşılanacağını dert ediyor. Belli ki 2015 mutabakatının imzacısı ve dolayısıyla garantörü AB’nin iki önemli ülkesi ABD baskısına direnmeyi, Trump ile bu konuda bile ciddi pazarlık etmeyi düşünmüyor.
Al Jazeera’nın haberinden ve diğerlerinden anlaşıldığı kadarıyla Le Drian Amerika’dan çok İran’dan şikayetçi. Antlaşmayı tanımayız demelerini, pazarlık pozisyonlarını güçlendirmek için Hürmüz Boğazı’nın kapatırız diye tehdit etmelerini istemiyor. Fakat aslında 2015 mutabakatına uyan ABD değil İran. Zorlu müzakereler ardından varılan uzlaşmayı günün birinde İran nükleer silah yapabilecek kapasiteye erişebilir diye bozan ABD.
Umarım gelecek hafta NATO toplantısı sırasında konunun muhatapları sorunu gündeme getirirler, ABD Başkanına en temel kurallardan birini ihlal ettiğini söylerler, böyle giderse Batı ittifakının fiilen değilse dahi fikren çökebileceğini hatırlatırlar. Ama benim tahminim İran konusunu ABD ile yapacakları büyük pazarlığın bir unsuru olarak kullanacakları, ilkeler yerine anlık çıkarlarını korumak amacıyla müzakere edecekleri yönünde.
Tahminim önyargıya ya da öğretideki bir ‘benzetmeye’ dayanıyor olabilir. Haksız çıkmayı çok isterim. Fakat muhtemelen sonuç realizm okulunun önemli isimlerinden Kenneth Waltz’un yıllar önce Jean Jacques Rousseau’dan aktardığı metaforlaşan anlatıdaki gibi olacak, Almanya ve Fransa ilkeler, uzun erimli çıkarlar yerine kısa dönemli menfaatlerini tercih edecektir.
***
Hikayenin özü işbirliğinin imkansızlığına dayanmakta, nedeni ise sistemin yapısından kaynaklanmaktadır. Oyun teorisyenlerinin de pek sevdiği bu hikayede dağ başındaki birkaç avcı geyik avlayabilirlerse hep birlikte daha uzun süre hayatta kalabilecekler, daha doğrusu çıkarlarını maksimize edebileceklerdir. Tek yapmaları gereken işbirliğidir, yani koydukları kurala sahip çıkmalarıdır.
Ancak işbirliği yapması beklenen avcılardan birinin önüne tavşan çıkar, sıçrayıp yakalayabileceği bir yerde durur. Tavşanı yakalarsa geyik kaçacak, diğer avcılar belki de ölüme mahkum olacaktır. Kendisi de anlık açlığının, anlık çıkarlarının tatminiyle, yani elde edebileceğinin çok daha azıyla yetinmek zorunda kalacaktır. Akıl işbirliğini önerir. Fakat avcı bireysel eylemi seçer ve tavşanı yakalar.
Kimileri bu davranışı basiretsizliğe, insanın zafiyetlerine bağlar. Waltz ise sistemin anarşik olmasıyla, doğa halini andıran devletler arası ortamda düzen kurucu otoritenin bulunmamasıyla açıklar. Sebebi ne olursa olsun avcılar, yani “devletler” anlık çıkarlarına, uzun erimli olanlarından daha fazla itibar ederler. Çünkü muhataplarına güvenemezler. Tavşanı ben yakalamazsam o yakalar diye düşünürler. Kısacası tıpkı Almanya ve Fransa gibi davranıp, ardından sonuçlarına katlanırlar, hep birlikte katlanmamıza neden olurlar…