Borçları döndürmek ve yapısal reform

Mehmet Ali Verçin

Dün açıklanan verilere göre sanayi üretimi Temmuz ayında yıllık %3,9 azalmış. İmalat sanayi daha kötü durumda, azalış: %5,1. Yüksek teknoloji üretimininse durumu vahim, azalış: %20,2.

Haziranda %9,2 olan işsizlik oranı Temmuzda %8,8’e düşmüş.

Birbiriyle çelişen ve teyit etmeyen, biri kaygılanılacak diğeri sevinilecek iki veri.

Gerçekte, bu iki veriden dolayı ne kaygılanan ne de sevinen bir siyasetçi veya kurum var; neredeyse bu iki veriyi hiç kimse umursamadı.

Tam tersi olsaydı yani işsizlik oranı %8,8’e düşmeyip %12,8’e yükselse ve sanayi üretimi de azalış yerine %6 artsaydı yine umursanmazdı.

Başka yerde hükümet düşürebilecek veriler Türkiye’de umursanmıyor; acaba niçin?

Tecrübeler gösteriyor ki, Türkiye’de insanları kaygılandıracak tek veri kurların artması ve sevindirecek tek finansal olgu da dış borç temin edilerek TCMB’de yığılmasıdır.

TCMB’nin brüt rezervleri yeterliyse hem iş insanları hem finans dünyası hem de hükümet yetkilileri kaygısızca geceleri başlarını yastığa koyup uyuyabiliyorlar.

Türkiye seçkinlerinin zihinleri döviz bulmaya formatlandığı için verimlilik derken de, katma değerli ürün derken de yapısal reform derken de akıllarında hep “döviz bolluğu yaratmak” var.

Söylemleri: Verimliliği artıralım ki yabancı yatırımcı (kastedilen portföy yatırımcısı ve kredi veren yabancı yatırımcılardır) gelsin, katma değerli ürün üretelim ki yabancı yatırımcı gelsin, bütçe açığını azaltalım ki yabancı yatırımcı gelsin, istihdamda esnekliği artıralım ki yabancı yatırımcı gelsin, yapısal reform yapalım ki yabancı yatırımcı gelsin…

Vizyonları üç ayı geçmeyen iş insanı/iktisatçı/finansçılar için bu çağrılar, çok doğru gözüküyor.

Bu “dış borç dilenciliği”, iki yüz yıldır Türkiye ekonomisinin bir gerçeği; ülke seçkinlerinin şimdiye kadar önerdiği çareler ve uygulamalar şimdiye kadar çare olamadı.

NE YAPMALI

Dönüp dolaştık yine “Türkiye nasıl kurtulur” sorusunun cevabını arama noktasına geri döndük.

Türkiye ekonomisinin yüz yıllık rakamları bize “finansal olarak hasta” bir ekonomiyi betimler: Her yıl eşya dış ticaretinden 80 - 100 milyar dolar açık verdiği için, krize ramak kalmış mesafelerde varlığını sürmeye çalışan finansal bir hasta.

Eleştirmek kolay, peki ne yapması lazımdı: Ya yurtdışına biraz daha fazla eşya satması ya da yurtdışından daha az eşya satın alması… Doğrusu Türkiye dışarıya daha çok mal satmak için de değeri bir trilyon dolar olan sanayi tesisleri kurmuş ve her yıl bu tesisleri artırmaya/büyütmeye çalışıyor; pek çok sebebi var fakat sonuçta bu çaba yeterli olamadı.

Çünkü Türkiye, Gümrük Birliği tarafından katma değeri düşük ürünler üretmeye mahkûm edildiği için düşük katma değerli ürün üreten tesislerin katma değeri yetmiyor. Peki, Dış Ticaret Açığı eşya satılarak kapatamıyorsa hizmet satılarak kapatılsın, bu da mı mümkün değil mi?

Cevap: Türkiye bazı hizmet ürünleri ihracı konusunda dünyanın en iyileri arasına girdi: Turizm, sağlık, TV dizileri, dijital oyunlar vs. alanlarında çok iyi sonuçlar aldı ve almaya devam ediyor.

Yabancılara konut satışı da başarılı. Son yirmi yılda yabancılara yapılan konut satışlarının değeri yüz milyar doları aştı.

Konut satışları sayesinde bugün, dış borçlarımız yüz milyar dolar daha az.

Fakat bu hizmet gelirleri de dış ticaret açığını kapatmaya yetmedi ve cari açık devam ediyor. Türkiye, oluşan döviz gelir-gideri arasındaki açıklarını da dış borç alarak kapatıyor.

Sonuçta Ağustos sonu itibarıyla Türkiye’nin dış borcu 550 milyar dolara (tahmin) ulaşmış olabilir.

Dış borcu yüksek olan bir ülkenin zorunlu olarak yapması gereken en önemli işi: Borçlarını döndürmektir.

Yetmez.

Bazen alacaklıların değişmesi gerekebilir. Bazı alacaklılar “huylanıp” alacaklarını tahsil etmek ve bir daha borç vermemek isteyebilir, vs. Bu zorlukları aşmak için de borç verecek yeni kaynaklar ve makul borçlanma imkânları oluşturmak en önemli göreve dönüşür.

Bunun için de alacaklıların “alacaklarını erken istememesi ve yeni borç vereceklerin tereddüt etmemesi için” ekonomide “ne yapılması gerekiyorsa yapmak” kazaya bırakılamayacak bir farza dönüşüyor.

Biz bu “ne yapılması gerekiyorsa” kavramına nazikçe ‘yapısal reform’ diyoruz.

Sayın @memetsimsek son mesajlarının birinde, mealen: “…verimliliğe dayalı üretimi, sanayide dönüşümü, iş ve yatırım ortamını iyileştirmeyi, bütçe ve cari açığı daraltmayı beşeri sermayeyi güçlendiren ‘yapısal reformlarla’ destekleyeceğiz” diyerek hem “alacaklıların gönlüne su serpti” hem de “eğitim şart” dedi.

Yapısal reform, eğitim ve sanayi arasındaki ilişkiyi önümüzdeki hafta irdeleyeceğim.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.