Şu soruyu sormuşlar mıdır acaba işin başında: CHP’nin kazandığı belediyeleri mali yönden sıkıştırmak, iş yapmalarına engel olmaya çalışmak iktidara oy kazandırır mı?
Vatandaş bu tabloyu nasıl değerlendirir? “CHP’li belediye başkanları beceriksiz çıktı, bir daha bunlara oy vermeyelim” mi der, yoksa “İktidar benim irademe saygı duymuyor” diye tepki mi gösterir?
Bu soruya akıl yürütme yoluyla cevap aramak gereksiz. Çünkü elimizde somut örnekler var. Vatandaşın bu durumlarda nasıl düşündüğünü, nasıl davrandığını çok iyi biliyoruz.
En başta yerel seçim öncesinde bu hususta dile getirilen “uyarı”nın nasıl karşılandığı ve hangi sonucu getirdiği ortada.
Özellikle İstanbul ve Ankara’da AK Partili adaylar adına sahaya çıkan kabine üyeleri seçilecek kişinin hükümetle dayanışma içinde olması gerektiğini vurguladılar. Bu tür uyarıların tamamı ters yönde etki yaptı.
Vaktiyle Özal da bunu denemiş, muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyelerin iş yapmalarının imkansız olduğunu savunarak vatandaştan kendi adaylarına oy istemişti.
ANAP’ın “eli kolu bağlı bir belediye başkanı mı istiyorsunuz?” sloganının yer aldığı gazete ilanlarını yaşı yetenler hala hatırlıyor.
O seçimin sonucunu da herkes biliyor. Halkın desteğini kaybetmeye başlayan bir iktidarın son çare olarak başvurduğu “hizmet şantajı” siyasetinin işe yaramadığını, aksine gidişatı hızlandırdığını da biliyoruz
****
Bizim vatandaşımız merkezi hükümet ile belediyenin aynı partide olmasının yerel yönetimlerin vereceği hizmette avantaj getirebileceğini elbette biliyor. Bazen oyunu da buna göre kullanabiliyor. Ama “Eğer bize oy vermezsen…” diyerek kendisine parmak gösterilmesine daima olumsuz tepki veriyor.
Bu durum siyasetçi tarafından göz önünde bulundurulması gereken bir realite. Ne var ki mevcut iktidar partisi epeyce zamandır bu tür incelikleri görmezden gelerek hareket ediyor.
Keza “Sokak hayvanları sorunun çözümü” adı altında sergilediği görüntü, kullandığı dil de kendi toplumunun reflekslerini göz ardı eden bir politik yaklaşımı gösteriyor
Oysa bugüne kadar AK Partililer -ve bilhassa Erdoğan- toplumun nabzını tutma konusunda ellerine kolay kolay su dökülemeyen maharetli siyasetçiler olarak kendilerini göstermişlerdi.
Son dönemde değişen birçok şey gibi bunun da değiştiğine tanıklık ediyoruz.
Muhakkak ki ekonomideki sıkıntıların memleketi yangın yerine çevirdiği bir dönemde sokak hayvanları meselesi üzerinden bir kamplaşma üretmek iktidara geçici de olsa bir ferahlama yolu olarak görünmüş olabilir. Ancak toplumun dokusunu tanıyan bir siyasetçinin kendisine “buradan ekmek çıkmayacağını” bilmesi gerekirdi.
***
Aynı şekilde, bu kadar tecrübeli bir siyasetçinin “CHP’li belediyeler borçlarına sadık değil” çıkışıyla siyaseten nereye varılabileceğini de biliyor olması beklenir.
O borçları kimin yaptığından devletin kimlerden vergi alıp kimlerin vergisini affettiğine kadar birçok konu mevcut iktidarın “zayıf karnı” durumunda üstelik.
Gündem değiştirme, havayı bulandırma, toz kaldırma, kutuplaşma, kamplaşma, konsolidasyon girişimlerine zemin oluşturacak bir konu değil bu da.
Demek ki artık gündem değiştirme kabiliyetini de kaybetmiş bir siyasi kadro var karşımızda. Galiba geç kalmışlık, şaşkınlık, çaresizlik duygularının verdiği telaş içinde rastgele düğmelere basılıyor.
Yakın zamana kadar ülke yönetiminde sergilenen başarısızlıklara mukabil “siyaset yapma” konusunda başarı çıtasını fazlaca düşürmemişti AK Parti. Görülen o ki bu alanda da ciddi zemin kaybı var. Şimdi ekonomiyi veya diğer ülke meselelerini yönettikleri performansla siyaset üretme performansı yakın seviyelere gelmiş bulunuyor.
Nasıl yorumlamak lazım bu durumu? Yorgunluk mu?