Türk toplumunda siyaset neredeyse en önemli kurum. Sabah akşam siyasetle yatıyoruz, siyasetle kalkıyoruz. Yağmuru, karı, depremi bile siyasi sonuçları itibarıyla değerlendiriyoruz. Bilimin, sanatın, düşüncenin, ekonominin ve hatta dinin siyasetle ilgisi bakımından değeri var gözümüzde. Daha doğrusu, “kıymet-i harbiye”si… Yani siyasi mücadele içindeki etki gücü…
O kadar ki gazete yazarı eğer köşesinde güncel siyaset dışında bir konuya değinmişse okurlarından azar işitiyor. İnsanlığın bugünü ve yarını için hayati önem taşıyan birtakım konular siyasi gündemden bağımsız ele alınmışsa “Bunca önemli mesele varken üzerinde duracak konu diye bunu mu buldun” diye çıkışıyor okurlarımız.
Hasılı kelam, siyasete çok önem veriyoruz. Her şeyi de siyasetten bekliyoruz.
Madem siyaseti bunca önemsiyoruz, öyleyse siyasetin toplumla etkileşiminin doğasını keşfetmeye yönelik bilimsel çabaların ortaya çıkardığı sonuçlar da ilgimizi çekecektir.
Bu düşünceyle, netice itibarıyla konu siyasetle ilgili olduğu için, “Daha önemli konu bulamadın mı” diye eleştirilmekten de çekinmeden yeni yılın ilk birkaç yazısını “siyasetin sosyolojisi”ne ayırmak niyetindeyim. Yani siyaset kurumunun işleyişiyle toplumsal gelişmelerin doğrudan ve dolaylı etkileşimi konusuna…
HHH
Siyasetin yalnızca birtakım kurumların üst kademe yöneticilerinin karşılıklı hamlelerle kendi aralarında oynadıkları satranç benzeri bir oyun gibi anlaşılması doğru olmasa gerek. Satrançtaki taşların gücü ve işlevi bellidir. Atın, filin, kalenin vs. ne yapabileceği standart bir bilgidir. Ama siyaset satrancındaki taşlar toplumsal değişkenlerdir. Adı üstünde, farklı şartlarda farklı işlevler görebilecek değerler.
Dolayısıyla siyaset kurumunu her şeye kadir bir güç gibi görmektense, toplumsal dinamiklerin çalıştırdığı bir makine olarak tahayyül etmek daha doğru olur.
Bu noktada belki de önce siyasetin toplumumuzda neden bu derecede önemsendiğinin izahını aramaya başlamak lazım.
Elbette bunun çok basit görünen bir açıklaması var: Bizim gibi ülkelerde devletin sahip olduğu ve kullandığı gücün rakipsiz olması, siyasetin de devlet gücünün kontrol aracı olması. Ne var ki bu açıklamanın da açıklanmaya ihtiyaç duyduğu bir gerçek: Devlet toplumdan bağımsız olarak mı belirli bir nitelik gösteriyor? Toplum devletin yapısından bağımsız şekilde mi siyasi beklentilerini oluşturuyor? Bizim gibi ülkeler ne bakımdan “bizim gibi”? Acaba başka toplumlardaki benzer durumlar da benzer dinamiklerin eseri mi?
* * *
Bu soruların cevabını bulmak yolunda çaba gösteren bilimsel disiplinlerin “çatı örgütü” durumundaki siyaset sosyolojisinin iki önemli yardımcısı var artık. İlki artık epeyce kıdemli bir yardımcı aslında: Sosyal psikoloji. Toplumda egemen olan kültür değerlerinin birey davranışlarına etkisini araştıran disiplin. Diğer yardımcı ise sosyobiyoloji veya diğer adıyla evrimsel psikoloji.
İlkinden başlayacak olursak, grup davranışlarının mekanizmasını keşfetme yolunda yapılan çalışmalar yalnızca siyaset sosyolojisinin değil belki siyaset felsefesinin de ufkunu açabilecek zenginlikte bulgular ortaya çıkardı. Sözgelimi toplumların otorite olgusuna yaklaşımlarını şekillendiren faktörler konusundaki deneysel veriler bugün bizi bu alanda mesela Weber’den daha donanımlı yapıyor. Şaka değil, gerçekten öyle…
Üstelik, bahse konu verileri ve bu alandaki yeni bilimsel tezleri Türkiye’de hüküm süren sosyal ve politik problemlerin mahiyetini anlayabilme amacıyla okumak için akademik çalışma yürütüyor olmak, profesör falan olmak gerekmiyor. Sabah akşam siyasetle yatıp siyasetle kalkan bir toplum için bunlar leblebi çekirdek hükmünde!