Doğu Guta, Suriye’nin başkenti Şam’ın doğusundaki banliyöler bölgesi. Yaklaşık 400 bin kişi yaşıyor. Suriye iç savaşının daha ilk günlerinde muhaliflerin kontrolüne geçmişti bu bölge. Başkent için oluşturduğu askeri tehdit dolayısıyla rejim güçlerinin en sert saldırıları da bu bölgeyi hedef aldı hep. Sarin gazından klor bombasına elindeki bütün silahları kullanarak sayısız katliam yaptı. Şam rejimi ve -başta Rusya ve İran olmak üzere- destekçileri burada “terörist gruplara” karşı mücadele yürütüldüğünü söylüyorlar başından beri. Oysa yedi yıldır aralıksız ateş altında bulunan Doğu Guta bir yerleşim bölgesi. Burada yaşayan herkesi “terörist” kabul etseniz bile 400 bine ulaşan kalabalık nüfusun büyük bölümünü kadınlar, çocuklar, yaşlılar oluşturuyor. Onlar da mı terörist? Bölgede rejim güçlerinin henüz ele geçiremediği son kasaba olan Duma’da yaşayan 50 bin kişinin tamamı “terörist” mi? Peki, dünkü Karar’da içimiz kan ağlayarak yayınladığımız fotoğraflardaki minik cesetler de “terörist”lere mi ait?
H H H
Suriye’de en başından bu yana bölgesel ve küresel güçlerin iç savaşın birer tarafı olarak rol aldıkları, sahadaki grupların çoğunun aslında bu güçler adına bir vekalet savaşı yürüttükleri gerçek tabii. Bu noktada herkes kendi meşrebince bir tarafın haklı, diğerlerinin haksız olduğunu da düşünebilir. Sanki bir futbol maçında takımlardan birini destekler gibi iç savaşın aktörlerinden birini diğerlerine karşı destekleyebilirsiniz. Ama taraftar psikolojisinin insanlığımızın sınırlarını berhava etmesine izin vermemek lazım. Doğu Guta’da yaşanan vahşeti “Suriye yönetimi teröristlerle mücadele ediyor, bu sırada siviller ölüyorsa bu Esad’ın suçu değil” diye savunmak insanlığın vicdan sınırlarının epeyce dışında bir yaklaşım.
Herkes biliyor ki Rusya ve İran’ın desteğiyle rejim karşıtlarını bertaraf etmeye uğraşan Suriye yönetiminin savaşçı gruplarla sivil halkı ayırt etme yönünde bir tutumu hiç olmadı. Geçtiğimiz yedi yıl boyunca maalesef bunun sayısız örneklerini gördük. Tam da bu noktada Rusya ve İran’ın kendi milli çıkarları doğrultusunda destek verdikleri Şam yönetiminin ayakta kalabilme uğruna işlediği insanlık suçlarını bile savunmaktan geri durmayışları bu ülkelerin dünya üzerinde ve bilhassa belirli bir coğrafyada itibar ve güvenirliklerine zarar verdiğini görmek gerekir. Orta ve uzun vadede başka hasarları da olacak bunun.
***
Türkiye’nin pozisyonuna gelince… Ankara’nın başlangıç itibarıyla Suriye iç savaşının dışında kalma tavrını sürdürememesi ve devamında yaptığı bazı tercihler eleştiri konusu oldu. Keza ben de Suriye politikamıza başlangıcından itibaren mesafeli ve eleştirel yaklaşanlardanım. Ama artık geçmişte şu ya da bu saikle yapılmış olan hataları eleştirmeyi sürdürmenin anlamı yok. Bugün ortaya çıkmış olan sonuca odaklanarak hem ülkemizin güvenliğini hem de komşumuz Suriye halkının huzurunu temin edecek nihai bir çözümün yollarını aramaya yönelmek durumundayız.
Halihazırda artık Suriye iç savaşının bir kırılma noktasına ulaştığını söylemek mümkün. Esad rejimi devrilemedi ama ülkenin belirli bölgelerinde yerel unsurların otoritesi tesis edildi. Geldiğimiz nokta itibarıyla özellikle bu ülkedeki Kürt nüfusun yoğun olduğunu bölgenin Türkiye’ye yaklaşımı dostane olmayan bir grubun kontrolüne geçmiş olması en ciddi problem. Gelgelelim önce Fırat Kalkanı daha sonra Zeytin Dalı operasyonlarıyla gerçekleştirdiğimiz askeri girişim ülkemizin çıkarlarını ve güvenliğini ciddi bir tehdide muhatap olmaktan belirli ölçüde uzaklaştırdı. Ancak Türkiye’nin milli çıkarlarının eski “stratejik müttefikimiz” ABD ile “konjonktürel müttefikimiz” Rusya’nın Ortadoğu politikaları arasında sıkışmış olması kolayca üstesinden gelinebilecek bir durum değil. ABD’nin kendi kolluk gücü gibi kullanmayı umduğu YPG’yi Türkiye’nin bütün ısrarlı uyarılarına ve itirazlarına rağmen desteklemeyi sürdürmesi ister istemez Ankara’yı Moskova’nın yanına itti. Bu yakınlaşmanın Türkiye’nin dış politikasına aktüel katkıları da oldu. En başta Zeytin Dalı harekâtını Rusya’nın izni ve onayı olmasa gerçekleştiremeyeceğimiz ortada. Ancak jeostratejik çıkarlarımızın hiçbir şekilde uyuşmadığı bir ülkeyle yapılan iş birliğinin orta vadede hangi sonuçları doğuracağını kestirmek zor. Diğer yandan, Türkiye gerek Astana’da gerekse diğer zeminlerde Esadlı çözüm formüllerini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini deklare ederken Şam’daki mevcut yönetimi kırmızı çizgisi olarak benimsemiş Rusya ve İran’la birlikte Suriye’nin geleceği için bir çözüm bulması zor. Üstelik Esad rejimi Astana ve Cenevre süreçlerinde kendisi için tehdit unsuru olabilecek bütün “pürüz”leri hızla yok etmek için insanlığın vicdanının kabul edemeyeceği cinayetler işlerken Moskova’dan şartsız destek alıyorsa…