Sizce hangi karar daha verimlidir?
Siyasetin vereceği karar mı; yoksa piyasanın vereceği karar mı?
Bir örnek verelim: Siyasi ilişkiler sayesinde bir şirket kredi alıyor. Aldığı kredinin bırakın taksitini ödemeyi, faizini bile ödeyemiyor.
Bir diğer şirket ise piyasa verilerini hesap ederek yatırımın getirisi karşılığında bir kredi kullanıyor.
Sizce hangi yöntem piyasada işlemelidir?
Aşırı yüksek faiz gibi aşırı düşük faizinde piyasaları bozacağını yıllardır anlatıyorum. Aşırı düşük faiz verimsiz yatırımları ve aşırı borçlandırmayı cazip hale getirerek uzun vadede büyük bir krize yol açabiliyor.
Yüksek faiz ise zaten kriz demektir.
O zaman bir piyasa dengesinin oluşması gerekiyor. Kaynak arzı ve kaynak talebi arasında bir ilişkinin olması gerekiyor.
Ama aynı zamanda alternatif yollar ve alternatif imkanların da geliştirilmesi gerekiyor.
2008-09 küresel krizi esnasında biz sadece kredi ve bankacılığa bağlılığın ağır faturasını görmüştük. Hatırlayın, o günlerde alternatif sistemler ve çözüm yolları üzerine ne kadar çok laf edilmişti.
Bu yollardan birini de TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ve TEPAV Başkanı Güven Sak Hoca ile konuşarak “Halka Arz Seferberliği” olarak kredi yerine ortaklık olarak göstermiştik.
Ama ilginç şekilde SPK’nın izniyle ne kadar batık şirket varsa halka arz çeteleriyle millet dolandırıldı. Halka arz edilen 52 şirketin 40’ı daha birkaç yıl geçerken battı gitti.
O dönem SPK’ya yönelik ciddi eleştiriler getirdiğimde “Biz onay makamı değil, kayıt makamıyız” diyorlardı.
Bana göre SPK ciddi bir sorumluluktan kaçarak piyasayı düzenlemiyor, tersine piyasanın bozulmasına yol açıyordu.
Nitekim halka arzlar neredeyse bitti. Ekonomimiz yine sadece kredi-faiz noktasında kilitlendi. Zamanında atmadığımız adımlar bugün fatura olarak karşımıza çıkıyor.
***
Siyaset bugün bir karar daha alıyor: Batık şirketleri kurtarma hamlesi...
Acaba hangi şirketler? Kâr edebilen ve yaşatılması gerekenler mi; yoksa yakınlık derecesi ve ilişki sürecinde ortaya çıkan şirketler mi? Bankalar mı bilançoya göre karar verecek, yoksa ilişkilere göre mi karar verilecek?
Sonuçta fatura milletin vergilerine ve millete düşecek.
Oysa ortaklık piyasasında da çok örnek var.
28 Şubat sürecinden bile çıkan şirketler var. Ama bugün zorlanıyorlar.
28 Şubat sürecinde başlarına gelmedik sıkıntılar bugün başlarına geliyor. Gerçi o günlerde çok sayıda mallarına el konuldu ama hâlâ yaşamayı başaran birkaç şirket ayakta kaldı. Ayakta kaldılar çünkü verimli iş yaptılar.
Kazandılar, kazandırdılar.
***
Mevduat faizlerinin yüzde 22’lerde seyrettiği bu günlerde dahi hâlâ çözüm modellerimiz faiz-kredi ekseninde şekilleniyor.
Açıklanan paketlere bakıyorsunuz hâlâ kredi-faiz önerileri.
Teşviklere bakıyorsunuz daha çok taksit, daha çok borçlanma ve daha çok tüketim teşviki.
Aradan yıllar geçiyor ama bir adım bile atılmamış. Hâlâ yabancı sermaye umudu, hâlâ yabancı para ihtiyacı...
Değer yaratma ve değeri paylaşma noktasında bir tane çözüm önerisi yok. Zorunlu BES, zorunlu İşsizlik Fonu, zorunlu olması beklenen Kıdem Fonu... Hepsinin kapısı faize-krediye bakıyor.
Bir siyasi düşünceye bakıyorsunuz ki, faize karşılar. Ama bugüne kadar bu düşünceden gelen tüm kadroların yaptıklarına bakıyorsunuz daha çok kredi daha çok faiz...
Hatta faizi ve krediyi daha da yaygınlaştırmak için daha cazip faiz...
Sahi yıllardır bu düşünceye soruyorum: Faizin oranı düşünce günahı da düşüyor mu? Yüksek faiz haram oluyor da düşük faiz caiz mi oluyor?
Neden ortaklık piyasasına kimse bakmıyor?
Neden ortaklık kültürünü, paylaşım kültürünü kimse sorgulamıyor?
Neden ortaklık piyasasına kimse sahip çıkmıyor?
Neden, neden, neden?
Bu konuyu bu hafta epey detaylı işleyeceğiz. Daha bu ilk yazı...