Ortaya çıkan bilgiler, ne kadar ciddi bir tehlike yaşadığımızı gösteriyor.
Bu hamlenin, Ortadoğu krizinden; bölgede çatışan büyük güçlerin çıkarlarından bağımsız olduğunu düşünmek ahmaklık olur.
Yıllardır ABD topraklarından yönetilen bir örgütün, sadece kendi kararıyla, bir NATO ordusundaki gücünü harekete geçirerek, bu denli radikal bir hamle yapabilmesi mümkün gözükmüyor. Ne böyle özerk bir irade kullanımı ne de hiç bilgi sızmaması kimse için inandırıcı değil. ABD ve NATO’nun merkezi iradesinin bütün gövdesiyle bu girişimi onayladığını söylemek aşırı olabilir. Fakat Batı dünyasının en azından bazı etkili odakları, olağan şüpheli konumundalar. İkircikli açıklamaların ve Batı basınından gelen tuhaf seslerin bir anlamı olmalı.
Bu da iktidarın karşı karşıya olduğu zorlukları ve hepimizin taşıdığı sorumluluğun ağırlığını gösteriyor.
***
Bölgede Rusya, İran, IŞİD dahil, aktörlerin çeşitliliğine ve Suriye merkezli Kürt ulusallaşmasına bakıldığında yürünecek yolun ne kadar tuzaklı ve açmazlarla dolu olduğu görülebilir. Arabayı devirmeden gitmek hiç kolay değil. Fakat gerçekçi ve güçlü dış politika ayağı olmadıkça, sadece içeriye dönük çabaların, istikrarı güvenceye alması çok zor.
Batı’nın etkili merkezleriyle ittifak ilişkilerini tazelemek; dostları arttırmak için, söylemde ve reel politikada, olabilecek esneklikleri son sınırına kadar zorlamak gerekir kanısındayım.
İktidar üzerinde tepkici, Avrasya’cı basınç yaratanlar yanlış yapıyor.
***
İç politikada ise iktidarın iki temel hedefi olmalıdır. Birincisi, Gülenist yapının tamamen etkisizleştirilmesi. İkincisi, toplumsal yarılmanın olabildiğince onarılması; gerilimin düşürülmesi.
Önceki gün bu köşede “tarafsız demokratlar” üzerine düşüncelerimi yazdım. Eleştirilerimin hiç de yumuşak olmadığı açık. Fakat bu tartışmanın başka katmanları da var.
Darbeyi desteklemese de iktidarı yalnız bırakan bu muhalif psikolojiyi ne kadar haklı bir mevziden eleştirirseniz eleştirin; bu yetmez. Köklerini anlamak ve uçurumu kapatmak için politika üretmek gerekir.
Mahçupyan oldukça iyimser. Laik kesimin “ortadan çatladığını” yazdı. “Çatlama” ile “ayrışma” arasındaki nüansı akılda tutarak ve “ortadan” olduğundan kuşku duyarak bakıyorum bu iyimserliğe… Kanımca, darbe tehlikesinin aşıldığı algısıyla birlikte, muhalif laik kesimler refleksif olarak derhal darbe öncesi “kutup mesafesine” çekilecek ve daha şiddetli bir “Erdoğan- İslami Diktatörlük” paniğinde birleşmeye eğilimli olacaklardır. İktidarı yıkmak isteyenler bu kutuplaşmanın sinir uçlarıyla oynayacaklardır. “Darbe içinde darbe”, “İslami Faşizm geliyor” söylemi bu panik ikliminde bulaşıcı biçimde müşteri bulabilir.
Kısacası bilelim ki, hatırı sayılır bir sosyolojiden söz ediyoruz. Ve belki de benzer bir sosyolojinin varlığı Mursi’nin başını yedi.
Diğer bütün etkenleri bir tarafa bırakalım; bu ülke Menemen’den, Kanlı Pazar’dan, Kahramanmaraş’tan, Madımak ’tan geliyor. Sorun sadece tarihle de sınırlı değil. Sarsıcı bir IŞİD gerçeği var ve alt yapısı olduğu biliniyor.
Salalar, tekbirler bu ülkede herkese aynı mesajı vermiyor. Bunlar; bir kısmımız için, en meşru haklar uğruna tankların üstüne yürüme cesaretinin manevi kaynağıyken; bir kısmımız için de, yarın kendisine yönelebilecek bir şiddet korkusunu tetikleyebiliyor.
Laik kesimlerin çağırışım dünyasını aşmak kolay değil. Algının kendisi olgulardan daha önemli…
Paradoks olarak gözüken bu gerçeği ancak politik akıl çözebilir.
***
Geniş kitleler dindarlığa bağlı oldukları kadar Erdoğan’ın otoritesine de bağlılar. Bu sosyolojinin modern siyasetle arasındaki köprünün sağlamlığını, Erdoğan’ın niyeti ve politik kalibresi tayin edecektir.
Sosyolojik, siyasi, kültürel özellikler açısından, bugün darbeyi bastıran muhafazakâr kitlelerle, dünün radikal çağrılarına cevap verenler arasında derin farklar var. Kentleşme, orta sınıflaşma, modern eğitim ve meslek olanaklarına ulaşma, demokratik değerlerle tanışma bakımından bir dönüşüm yaşandı. Ayrıca ılımlı eski “merkez sağ” kesimler buharlaşmadı; AK Parti’ye taşındı. Fakat öte yandan, radikalizmin içinde ya da kıyısında duran bir damar olduğu da açık.
“Topçu Kışlası” sakarlığına takılmazsak, Erdoğan’ın da tehlike ve olanakların farkında olduğu anlaşılıyor.
Gün karşılıklı birbirine el
uzatma günüdür…