Gerilim ve çatışma dönemleri, özellikle bağımsız bir medya geleneğine ve onu koruyan hukuk sistemine sahip olmayan çoğu ülkeyi gerçeklere yabancılaştırır. Her ülke içe yönelik propagandanın huzmesi içinden kendine göre bir gerçeklik üretir ve ona uygun beklentiler çıkarır. Bu nedenle her çatışma dönemi sonrası gerçek durumu geçmiş propagandaya uydurmak üzere yeni bir söylem geliştirmek gerekir…
Bu kısır döngünün bir sonucu söz konusu ülkelerin demokrasi eşiğini geçememesi, diğeri ise bu ülkelerin en yakın komşularını bile gerçek algı, bakış, kaygı ve niyetleriyle bilememesidir.
***
Suriye konusunda Türkiye de bu halde. Afrin harekatını sadece kendi ‘milli’ zaviyemizden izliyor, başkalarının görüşlerini duymazdan gelmekten rahatsız olmuyor, hatta bundan kimliksel bir gurur da duyuyoruz. Ne var ki bu bilinçli cehalet devletin elini kısa vadede rahatlatsa da, ülke olarak hayali topraklarda at koşturma ve orta vadede hayal kırıklığı yaşama ihtimalimiz yükseliyor.
Bir anda demokrasi eşiğini geçmek ve gazetecilik namusu gelişmiş bir medyaya sahip olmak mümkün gözükmediğine göre, yapılması gereken diğer aktörleri olabildiğince nötr bir bağlamda tanımaya çalışmak…
Suriye’deki irili ufaklı birçok grup ve devlet arasında, ülkenin her kıvrım ve köşesinde bir hayalet gibi varlığını sürdüren İran, bu arayışın ilk temel taşı olmalı. Çünkü yerelde her özne ile ilişki kurma yetenek, esneklik ve çabukluğuna sahip. İran’ın bu mahareti Suriye’deki ilişki ve denge dinamiği üzerine oturuyor. Herkesin herkesle parçalı ve geçici sözleşmeler üzerinden kısa vadeli güç maksimizasyonu aradığı bir dünya bu… İran bundan en fazla yararlanan aktör olmakla kalmıyor, gayet akılcı bir strateji yürüterek söz konusu ilişki sistematiği ve özneler arası dengenin yeniden üretilmesine, giderek kalıcı hale gelmesine çalışıyor. Çünkü bu düzenek devam ettiği sürece herhangi bir yeni düzen alternatifi İran’ın onayına ve sahiplenmesine muhtaç… Bu da Rusya’nın İran’a olan zımni mahkumiyetini açıklıyor.
Dolayısıyla bölgede İran’ın belirli Sünni Arap gruplar dışında hiçbir düşmanı yok. Aksine herkes İran’ı yanına almaya çalışıyor. Buna karşılık İran fazla öne çıkma niyetinde değil, çünkü geleceğe dönük taahhütte bulunmaktansa arka planda durup gelişen konjonktüre göre esnek kalabilmek istiyor. Bu denklemde en hayati aktör Esat… İran için ideal çözüm Esat’ın rejime hakim olması ve tüm Suriye’yi kontrolü altında tutması. Bunun olamama ihtimali karşısında PYD ve Kürtler bir sigorta olarak kenarda tutuluyor. Eğer Esat tüm ülkeye hakim olamaz ise, İran’ın PYD ile yakınlaşıp işbirliğine girmesi kimseyi şaşırtmamalı. Öte yandan Sünni Arap muhalefet tümüyle terör çerçevesi içine sokuluyor ve El Nusra veya IŞİD ile ilişkilendirilerek mahkum ediliyor. Bu anlamda ABD ile olan gerilimde de Sünni Arap muhalefet yem olarak kullanılıyor.
İran’ın Astana/Soçi sürecini desteklemesinin asıl nedeni Esat’a meşruiyet kazandırması. Bunun ötesinde çözümün gecikmesi işine geliyor, çünkü bunun Esat’a mahkumiyeti pekiştireceği açık. PYD’nin aşırı güçlenmesini sakıncalı buluyor ama ortadan kalkmasını istemiyor. Türkiye’nin eylemlerine ise kendi amaçlarına uyduğu sürece ses çıkarmazken, her fırsatta bunun sınırlarını beyan etmekten geri durmuyor. Bu nedenle Afrin harekatını bir ‘ilhak girişimi’ olarak tanımlıyor ve ÖSO’yu da içindeki çeşitli grupların muğlak ve oynak ilişkilerine gönderme yaparak ‘terörist’ olarak yaftalıyor.
***
Suriye bağlamında Türkiye orta vadede İran için ABD’den daha büyük bir tehlike. PYD hiçbir zaman tam olarak ABD’ye ‘ait’ olmayacak. Ayrıca ABD Esat’a onay vermiş durumda. Oysa Türkiye’nin partneri olan Sünni Arap muhalefet Esat’ın baş düşmanı… Kısacası Türkiye ile İran arasında bir ‘tamamlayıcılık’ ilişkisi bulunmuyor. Aksine tamamen farklı çözüm ve aktör tahayyülüne sahipler ve yereldeki temel çelişki bu... Bizim medya bu gerçeği bilerek ıskalasa da, vatandaşın olayın farkında olup gelişmeleri ona göre değerlendirmesinde yarar var.