Çiçekleri özledim. Bir çiçekçi vitrinindekileri değil, ansızın karşıma çıkanları. Sokak aralarında, kaldırım kenarlarında, duvar ortalarında. Beklenmedik bir yerde bir şeyi hatırlatır gibi açan çiçekleri.
Çiçekler bazen devrim gibi geliyor bana. İçimdeki devrim ancak çiçeklerle özetlenebilir çünkü. Beklenmedik ve doğal, ilginç ve güzel, hayret verici ve hayati. Belki de neyi özlüyorsak onu özetliyordur çiçek, o yüzden bana öyle geliyordur.
Karantina günlerinde en çok çiçekleri özlüyorum, çünkü o tüm hasretlerin toplamına denk düşüyor. Dünyanın dertleri içinde batıp çıkarken bize griden başka renkler sunuyor. Çiçeklere bakınca insanın baharı tazeleniyor.
Yine de çiçeklerden bahsetmek biraz zor oluyor. Eh, çiçek böcek işleri işte. Öyle romantik, öyle boş, öyle derinliksiz şeyler bunlar. Bunlardan bahsederek bir şey kazanılmaz, “tık” alınmaz, büyük adam olunmaz. Hatta “adam” da olunmaz. Genç kız işleridir bunlar. Erkeklerin öyle çiçeklerden falan bahsetmesi pek hoş olmaz.
Çünkü mutlaka kavganın göbeğinde durmak gerekir. Bir güzelliğe hayretle bakmak da ne demek, çiçeksiz bir kavgayı hararetle vermek gerekir. Hep böyledir bu.
Hiç yorulmaz mıyız peki? Yorulmayız tabii, yorulmak için kalp gerekir.
Devamlı vururuz, hiç yaralanmaz mıyız? Yaralanmayız tabii, yaralanmak için kalp gerekir.
Gerçi Ahmet Murat, “Kalbin Kararı”nda başka yerden bakıp şöyle demişti:
“Kalp yaralanmaz çünkü yaradır”
Ahmet Murat’tan iyi bilecek halimiz yok, bu bahsi böyle geçelim.
***
Bugün yazının başına oturduğumda Ali’den bahsedecektim, niyetim oydu. Olmadı, yazamadım. Yoruldum çünkü. Bir mülteci, bir çocuk, bir kaçak işçi, bir polis kurşunu, vurulmuş bir kalp ve bolca yalan haber. Bunun nesinden ne kadar bahsedebiliriz ki?
“Bacağından vuruldu haberleri yalanmış, kalbinden vurulmuş” diyorlar. Ali, çocukluğundan vurulmuş. Mülteciymiş, gurbetinden vurulmuş. Emekçiymiş, emeğinden vurulmuş Kaçak işçiymiş, kaçarken vurulmuş. Ne diyebiliriz başka.
Çok acı, çok kahır. Çok kınarız sonra, yanlış bu deriz. Deriz ama bunun yanlış olduğunu konuşmaya bile utanıyorum aslında.
Şimdi 1 Mayıs geliyor, bu hadisenin üzerine ne söyleyelim? Çocuk işçiler, kaçak işçiler, sömürülen mülteci işçiler, korona günlerinde çalışmak zorunda olan ve karşılığında alkış bile alamayan işçiler… Hangisinden bahsedelim?
Ne söylesek bir büyük yorgunluk kaplıyor içimizi. Olmuyor.
Yani olmadı. Sonra dedim ki keşke birileri çiçeklerden bahsetse. Bunca yorgunluk içinde bir parça umut büyütse. Onu yapmak istedim. Çiçeğin altına da derdimi gizledim.
Dert çok, türkü güzel:
“Belki derdimize çare bir çiçek”