Bazı yazılar bir arayıştır. Bazı sorular da öyle. “Şu kişi bunu bilir” der sorarsınız. Şunu yazalım, bir yerlerden açıklama gelir, der yazarsınız.
“Derin devlet” konusu, malum Türkiye’de hep konuşulur. Bazı şeylerin bizim seçip iktidara getirdiğimiz kişiler tarafından değil de, daha derinde bir yapının kurgulaması ile yürüdüğü iddiası, aslında “Derin Devlet”le ilgili bir iddiadır. Türkiye’ye, dünyaya ilişkin yazılar yazıyoruz ya, olan bitenin arkasındaki gerçek
“Fail” kimdir, sorusunun cevabını bilmek isteriz, doğrusu, halkın gerçek manada aydınlatılması da buna bağlıdır.
Bu işi bilebileceğini düşündüğüm, en yetkili makamlara gelmeden önce “Derin Devlet”ten şikayetçi olduğunu bildiğim, o makamlara geldikten sonra mutlaka yüz yüze geleceklerine inandığım birçok kişiye sordum, yeterli, doyurucu bilgiyi alamadım.
2012’de Başbakan’ın ofisine “Böcek” konduğu ortaya çıktığında Başbakan Erdoğan “Derin Devlet”ten söz etmiş, şöyle demişti:
“Her ülkenin kendi içinde bir derin devleti vardır. Ve bunu onlar kazıyıp temizleme gibi bir duruma ulaşamazlar. O bir virüs gibidir, uygun fırsatı bulduğu anda, zemini bulduğu anda o virüs ortaya çıkar ve yapmak istediğini yapar. Derin devleti tamamen bitirdiğimiz iddiasında değiliz. Mücadelemiz devam ediyor.”
2012’den 2020’ye…
Araya neler neler girmiş…
Bir yerden baktığınızda Cumhurbaşkanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın yanına kadar sokulan diyelim bir “Casus” örgüt. Darbe’ye ramak kalmış, “Darbe ihbarı”nın “Darbe girişimi” olarak değerlendirilememesi ve erken müdahale edilememesi yüzünden 250 kişinin can verdiği, binlerce kişinin yaralandığı bir sürecin oluşması….
Ne oldu, “Derin Devlet” gibi bir gücün bulunduğu bir yapıda bu olabilir mi, yoksa tam da bu mu olabilir?
Demirel’e darbeleri haber vermeyen ve ülkenin darbe iklimine sürüklenmesini planlayan yapı “Derin Devlet” midir, yoksa “Derin Devlet” o durumlardan haberdar olmamış mıdır?
Bir yandan memleketin âli menfaatleri adına hem her türlü fedakarlığı göze alan, hani Teşkilât-ı Mahsusa’dan beri bir şekilde varlığını sürdüren, gerekirse canını ortaya koyan, “Tehlike” olarak gördüğü kişi ve yapıları bir şekilde tasfiye eden müthiş bir güç resmediliyor “Derin Devlet” adına, bir yandan da, dibindeki “Darbe oluşumu”nu göremeyen bir yapı…
2012’den bu yana Tayyip Erdoğan Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak devlet yönetiminin en yüksek makamlarında. Onun tanımladığı anlamda “Virüs” niteliğindeki “Derin Devlet” acaba bugün ne durumdadır? Mücadele devam mı ediyor, o gün bitirilemeyen yapı bugün bitirilmiş midir, yeni bir nitelik mi kazanmıştır, “Paralel yapı” diye nitelenen “FETÖ” mesela, “Derin Devlet”in neresine düşmekteydi? 15 Temmuz gecesinde “Derin Devlet”in bir dahli var mıydı?
Nagehan Alçı’nın Habertürk’teki yazısından yola çıkarak yazdığım, 25 Haziran tarihli “Yeşil Kemalist düzen” başlıklı yazım, sanırım, başta iktidar olmak üzere “Derin Devlet”e duyarlı tüm muhafazakâr camiayı huzursuz edecek bir tabloyu ortaya koymaktaydı. 18 yıldan beri iktidarda olan bir “Misyon”un sonunda “Yeşil Kemalist düzen” diye tanımlanacak koordinatlar içine girdiği iddiası yabana atılır bir iddia mı idi?
En azından “Hangi belirtiler böyle bir tanımlamaya götürüyor?” gibi bir soru sorulmalı değil miydi? Resmen “Tamam yola şöyle çıktınız ama başka bir şey oldunuz” denmiyor muydu muhafazakâr siyaset kadrolarına?
Ya da olan biteni “Her şey kontrolümüz altında, yeşil kemalizm görüntüsü veriyorsak, bu da kontrolümüz altında, artık “Derin Devletle iç içe geçtik” gibi mi okumalıyız?
Dedim ya, yazı yazıyor ve gerçekleri arıyoruz. Her şeyi çözmüş değiliz. Ama olan biteni bilmemiz gerektiğini ifade ediyoruz. “Yeşil Kemalist bir sistem” içinde yaşıyorsak onu da bilelim ve onun ülkeye, millete, kendimize, çocuklarımıza ne getirdiğini bilelim, destek veriyorsak ona göre verelim, değil mi?
Ben mesela, bugün “Büyük harflerle “DEVLET”ten ne kastedildiğini bilmek istiyorum. Susurluk’un nerede olduğunu bilmek istiyorum. Bahçeli’nin, Perinçek’in ve onlarla irtibatlı kadroların iktidarla ilişkilerinin niteliğini bilmek istiyorum, 15 Temmuz’dan sonra askerlerin, Milli Güvenlik Kurulu’nun misyonlarının ne durumda olduğunu, MİT’in yeni görev tanımını, sistemin en tepe noktasındaki Cumhurbaşkanı’nın görünenlerin dışında bir istişare halkasının ve bunun herhangi bir “Derinliği”nin bulunup bulunmadığını…. Vs.
Son söz: “Yeşil kemalizm” iddiası en çok iktidarı destekleyenlerin meselesi olmalı. Kimlerle nereye doğru gidildiğini bilmek “memleket meselesi” çünkü.
Düzeltme: 4 Haziran tarihli “Ayasofya için dönüm noktası mı?” başlıklı yazımda ismi geçen İsmail Hakkı Pekin’in soy ismi “Pekinel” olarak geçmiştir. Düzeltir, özür dilerim.