Bugün bayram. Ramazan Bayramı. Bayramınız mübarek olsun. Bayram bir sevinç nüvesi, tohumu olarak yaşasın içimizde. Kalplerimizin her türlü güncel vıdı-vıdıdan korunmuş bir yerinde manevi bir sevinç tohumu olarak kalsın. Kalsın ki biz oradan, yüreklerimizi tecrit kalıbına sokan kuşatılmalarımızdan kurtularak yeniden gönlünü tüm evrene açan derya gönüllü insanlar olalım.
Çok bunaldık. Camileri, cumaları, bayram namazlarını bile bir hüzün halesi niteliğine büründüren, bütün insanlığı birbirine dokunamaz hale getiren, her insanda bir virüs varmış duygusuna iten korona tecridi, bizim gelenekleşmiş ötekileştirmelerimizle buluştu, dağılmayı, parçalanmayı başardık!!! Bir yandan yardımlaştık, bir yandan parçalandık.
Bayram namazı en sekülerimizin bile çocuğunun elinden tutup camiye götürdüğü bir kalpler buluşması idi. Bayram içimizde bir “Öteki” ile “Ötekileştirdiklerimiz” ile buluşma tohumu olarak kalsın ki, oradan birbirine saygıyı, belki sevgiyi yeniden inşa edebilen toplum olalım.
Oruç iklimini yaşamak, Bayram yapabilmek, bir pidenin kokusunu aynı mutlulukla içine çekmek o kadar önemli ki bütün bunları yeniden bulmamız lazım. “Bulmamız” yani onlara kalplerimizi açabilmemiz lazım. Hayır kopuşların, korona tecridi ile alakası yok. Bayramların bile üzerine kapanma ve onu ötekileştirdiklerimize kapama psikolojisi bizim duygularımızı yontuyor ve yalnızlaştırıyor. Azalıyoruz. İhsan Fazlıoğlu’nun sözünü duymuş, irkilmiştim: “Bir insan kafir olsa da sevinsek’ gibi patolojik duygular yaşadığımızı söylüyordu gençlerle yaptığı bir sohbette. Herkes bir baksın içine gerçekten hangi duyguları yaşıyoruz?
Kitap fuarında farklı dünyadan birisi islâmî bir kitabı aldığında sevindiğimiz zamanlardan “Bugün siyaseten ya da başka sebeple kimin üstünü çizsek acaba, kimi şeytanlaştırsak” zamanlarına gelmenin anlamı nedir?
Bayram üzerinde düşünürken, Müslümanlığımıza yeniden bakmamız lazım. Evlerimize bakmamız lazım, eşimizle, çocuklarımızla ilişkimize bakmamız lazım. Müslüman bir toplumda “Ailedeki sancı”yı neden konuştuğumuza, neden dağ gibi boşanma dosyaları yığıldığına, neden “Aile içi şiddet” gibi bir gündemimizin bulunduğuna bakmamız lazım. Oralarda kaybetmişiz bayramları. Siyaset birlikte bayram yapamaz hale gelmişliğimiz üzerinde tepiniyor. Ne garip, kimse de bayramlaşırken bile kalben yakın olamayışın üzerinde kafa yormuyor.
Sahurlardan sonra çocuklarıma “Baba nasihati” başlığı altında küçük mesajlar gönderdim. Her birinin ayrı evi var, çocukları, torunlarımız var. Yani yeni bir “Yuva” inşa ediyorlar. İstedim ki, küçük kalp örgüleri taşıyayım dünyalarına. Bugüne kadar bizde gördüklerini te’yid çerçevesinde.
Düşünüyorum ki, çocuklarımız etrafa bakıp “Ne bu içinde savrulduğumuz fırtına?” diye sorduklarında en azından tutunacakları, güven duyacakları, tereddütsüz sarılacakları inanç odakları olarak anne-babalar kalsın. Evlatlarımız bize tutunsun, onların çocukları da yarın onlara tutunsun.
Paylaştığım bir – iki “Baba nasihati” şöyle:
“Canlarım
Allah ile dost olun. O ne güzel dost ne güzel vekildir. Gayretinizi gösterdikten sonra gönül huzuru içinde “Rabbim sana emanet ettim işimin geleceğini” diyebilirsiniz. O’nun yakınlığını hissedin. Her an sizinle beraber olduğunu size yakın olduğunu çağırdığınızda geleceğini bilin. İşin sırrı “O bizimle beraberken biz kiminle beraberiz?”in farkında olmak. Allaha dost olmayanlardan uzak olun.
Sizleri seviyorum.
“Canlarım
Hepimiz bir gün Rabbimizin huzuruna varacağız. Oraya Rabbimizi hoşnut edecek bir şeylerle gitmek yazım. En başta kalbi selim. Diri bir kalp. Sonra iyilikler. Bir insanın kalbine sevinç taşımak. Çocuklarımızı Allah yolunun bağlısı olarak yetiştirmek.
“Can yavrularım
Kul haklarının en çok ihlal edildiği alanlardan birisi başkaları hakkındaki olumsuz sözlerimizdir. Biliyoruz ki ağzımızdan herhangi bir söz çıktığında onu kaydeden gözlemciler var. Başkalarının bizim hakkımızda söyledikleriyle hesaplaşacağız bizim başkaları hakkında söylediklerimiz sebebiyle de. Onun için “ya hayır söyle ya sus” denilmiştir. Aman can yavrularım hesapta zorlanacağımız sözü ağzımızda hapsedelim. Ahirete söz yükü taşımayalım. “Ağzınızdan yanlış bir şey çıkacaksa anne-babanız için söyleyin ki helalleşmesi kolay olsun” derler. Sözünüzü sakının ne olur.
Sizi seviyorum.
Can yavrularım
Evlatlarımız bize emanet olarak verildi. Onlar yüreklerimizin sevincidir. Anneler babalar üzerinde hakları vardır. İslam üzere yaratıldılar, Müslümanlıklarını korumak ve beslemek maddi gıda kadar önemlidir. Onlara evlerimizde soluyacakları İslam iklimi hazırlamalıyız. Allah’ı, Rasûlullah’ı, Kuran’ı sevdirmeliyiz. Duayı sevdirmeliyiz. Namazı sevdirmeliyiz. Anne baba olarak böyle bir gündemimiz olmalı. Cami çocuklarımızın hayatına girmeli. Anne baba olarak evlerimizde bayram iklimi oluşturmalıyız. Bayramın dini hüviyetini özellikle gösterebilmeliyiz. Mesela bayram sabahı bayramlaşmalı, bunu çocuklarımıza anlatmalıyız. Evimizin “Müslüman evi” hüviyetini içlerine yerleştirecek tedbirleri almalıyız. Göreyim sizi anne babanızı geçin bu konuda.
Gözlerinizi öpüyorum.
Sizleri seviyorum.”
Bugün bayram. Çok fazla “Yasak” kelimesi duyduğumuz günlerden geçiyoruz. “Yasak” koyanlar biraz yasak koymaya alışıyor, toplum da adım atarken tereddüt etmeye. Baharı özgür nefes alamadan geçirdik. “Sürü psikolojisi”ni asla içselleştirmemek lazım. Yönetenlerin de sürü psikolojisi içine girip, yasakçılığı ana mecra olarak görmemeleri lazım. Özgürlük esastır. İnsan onuru özgürlükledir.
Bugün bayram. Sevinç dolsun yurtlara yuvalara… Mazlumların, gariplerin yüreğine Rabbin Rahmet meltemleri ulaşsın. Doğu Türkistan’dan başlayıp tüm cihandaki mazlumların yüreğine…
PROVOKASYON O KADAR AÇIK Kİ…
İzmir’de cami hoperlöründen “Çav bella” ya da “Yuh” şarkılarını söyletmek… Provokasyon o kadar açık ki, bunu Türkiye’de siyaset yapan herhangi bir grubun organize etmeyeceği o kadar açık ki, bunun üzerinden siyaset yapmak, ancak duygularına hitap ettiğiniz kitlenin kolayca tahrik edilebileceği düşüncesinde olduğunuz ve bu duyguları hoyratça kullandığınız izlenimi verir. Öyle bir kitleyi bulabilir misiniz, bulabilirsiniz, ama o kitleyi de kendinizi de, ama bu arada böylebir istismara asla tevessül etmeyecek olan, etmemesi gereken bir camiayı da ucuz bir şekilde harcamış olursunuz. Bu basireti bile gösteremeyecek duruma gelindiyse ne kadar hayıflanılsa azdır.
Daha vahim olan ise şu: Provokatörü ortaya çıkarmıyorsun, ama sonucu kullanıyorsun. Sonuç işine yarıyor yani. O zaman zımnen destekliyorsun bu olayı. Yaaa, işin bir de böyle bir boyutu olduğunu düşünür insanlar.