Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 mart seçimleri öncesinde Tekirdağ’da bir vatandaşın “Ayasofya açılsın” diye seslenişine şöyle cevap vermişti:
“Sultanahmet’i bi doldurun ondan sonra ona bakarız. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin.… Bu oyunlara gelmeyelim, bunların hepsi tezgâh. Biz ne zaman neyin, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı bunun siyaset bilimini çok iyi biliyoruz.”
Bunu biliyoruz.
Sonra 29 Mayıs günleri geldi, “Ayasofya’da Fetih Suresi okunsun” dendi, bu Ayasofya’nın yeniden cami olarak hizmet vereceği umudunu hareketlendirdi, tam bu sırada konunun Danıştay’da dava konusu olduğu ve Danıştay’ın karar verme safhasında bulunduğu ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı “şu anda biz hukuk devleti olarak Danıştay’ın kararını bekliyoruz. Karardan sonra atılması gereken adım neyse ona göre gereken adımlar atılır” dedi.
Bu arada Atina’dan gelen tepkilere de cevap verdi:
“Yunanistan çıkmış kurusıkı atıyor. “Sakın ha Ayasofya’yı camiye çevirmeyin” Hayırdır ya siz Türkiye’yi mi idare ediyorsunuz? Bunun için sizden izin almaya asla tevessül etmez.”
Davanın Danıştay’da görüşüleceği 2 Temmuz günü geldi. 10’uncu Daire davayı görüştü. Savcı ilginç bir mütalaa verdi: “O tarih itibariyle işlem hukuka uygundur. Bakanlar Kurulu’nun takdirindedir. Şu anda da Ayasofya’nın açılması Cumhurbaşkanı’nın takdirindedir. Dava reddedilmelidir.” Danıştay hakimi “Duruşma bitti kararı daha sonra açıklayacağız” dedi.
Bu arada kararın 15 Temmuz’a denk getirileceği söylentileri dolaşmaya başladı.
Ayasofya gündemi Amerika’ya, Rusya’ya taşındı. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, “Türkiye hükümetini, Ayasofya’nın müze statüsünü devam ettirmeye ve burasının herkes için erişilebilirliğinin devamını sağlamaya çağırıyoruz. ABD, Ayasofya’nın statüsündeki herhangi bir değişikliği, bu olağanüstü binanın mirasını ve binanın emsalsiz bir şekilde farklı inanç ve kültürlere köprü olarak insanlara hizmet kabiliyetini eksiltmek olarak görmektedir. Türkiye hükümeti ile dini ve kültürel alanların korunması da dahil, geniş çaptaki karşılıklı çıkar konularında birlikte çalışmaya devam etmek istiyoruz” dedi.
Benzeri bir açıklama Rusya’dan geldi. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, ısrarla “Kilise” diye tanımladığı Ayasofya ile ilgili durumu yakından takip ettiklerini belirterek, “Bilindiği gibi bu kilise, karmaşık bir tarihe sahip Bizans mimarisinin eşsiz bir örneği. Halihazırda İstanbul’un başlıca anıtlarından biri ve her yıl Rusya dahil dünyanın her yerinden çok sayıda turist tarafından ziyaret ediliyor. Prensip olarak, bu kilisenin evrensel bir miras olarak olağanüstü kültürel ve tarihi öneminden hareket ediyoruz. Ayasofya, UNESCO dünya miras listesinde yer alıyor ve biz, güvenliğin ve erişebilme özelliğinin korunması dahil bu statüsüyle ilgili tüm taleplere uyulacağından hareket ediyoruz. Bu sıra dışı anıtın statüsüne ilişkin tüm kararların dengeli olmasını, bu sorunun inananlar için yüksek hassasiyeti, bilinen dinler arası bağlamı ve UNESCO Dünya Mirası anıtlarının yönetimi alanında mevcut uluslararası yasal düzenlemelerin dikkate alınmasını bekliyoruz” dedi.
Ayasofya ile ilgili bir başka açıklamayı ise Patrik Bartelemeos yaptı. Yazılı bir metni önce Yunanca sonra da İngilizce okuyan Bartholomeos, “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, dünyada milyonlarca Hıristiyanı, İslam’a karşı çevirecektir. Oysa istenen şey birliktir” dedi.
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan son olarak dünyadan gelen tepkilere karşı “Ülkemize Ayasofya konusunda yöneltilen ithamlar doğrudan egemenlik haklarımıza saldırı anlamını taşımaktadır” dedi.
Ayasofya ile ilgili denklem ortada. ABD’nin tavrı da dikkat çekici Rusya’nın tavrı da, tabii Patrik’in tavrı da. Cumhurbaşkanı da Ayasofya ile ilgili meseleyi daha önce “Başka boyutları var” noktasından “Egemenlik hakları” çerçevesine getiriyor. Buradan bakıldığında 15 Temmuz veya benzer bir tarihte, yargı kararı veya Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Ayasofya’nın açılacağı sonucu çıkıyor.
Bu tabii ki Türkiye için önemli, stratejik bir karar.
Böyle bir sonuç olacaksa bunun önemli bir değerlendirmenin sonucu olduğu kanaatine varılabilir.
Independent Türkçe’de Genelkurmay eski İstihbarat Başkanı, emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekinel imzalı bir yayı yayınlandı. Yazının başlığı şöyle idi: “Aşırı taahhüde girmiş bir Türkiye mi?”
Pekinel yazıda, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada “stratejik oyunculuk” yapabileceğinden, bunu “sınırlı ölçüde” yaptığından hareketle bunun gerekliliğini ama aynı zamanda risklerini değerlendiriyor. Bunu yapmanın “beka sorunu” ile bağlantılı olduğunu ifade eden Pekinel, bunun için “öncelikle kendi imkan ve kabiliyetlerimizin, sahip olduğumuz milli güç unsurlarının gerçekçi olarak analiz edilmesi”nin altını çiziyor. Pekinel yazıyı şöyle bitiriyor:
“Ancak bunun için yeterli bir stratejik istihbarat, mevcut milli güç unsurlarıyla ‘Ne yapabiliriz, bunları nasıl geliştirebiliriz, başka bir ülkenin ya da bir ittifakın uydusu, bekçisi olmadan kendi çıkarlarımızı nasıl korur ve ileriye götürebiliriz’ vb. konularda bilime dayalı çalışmalar yapmak zorundayız. Bunları yapmazsak bırakın gelişmeyi, bekamızı bile muhafaza edemeyiz.”
Acaba Ayasofya kararı böyle bir stratejik değerlendirmenin içinden mi süzülüp çıkacak?