CEMALETTİN TASKEN
ABD Başkanı Donald Trump, 8 Nisan’da örneğine pek rastlanmayan bir adım attı. Tarihte ilk defa bir devlet, başka bir devletin ordusunu terör örgütleri listesine alacağını duyurdu. Beyaz Saray yönetimi, yaptığı bir açıklama ile İran’ın Devrim Muhafızları Ordusu’nu bundan sonra tıpkı El Kaide, Boko Haram, IŞİD veya Hizbullah gibi terör örgütü olarak göreceğini ilan etti.
ABD’nin bu kararına İran tarafından da tepkiler geldi. “Devrim Muhafızları Günü”ne denk gelen bu kararın ardından İranlı vekiller, meclise Devrim Muhafızları üniforması giyerek gitti ve “Amerika’ya ölüm” sloganları attı. Tahran ayrıca Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) ve ona bağlı unsurları terör örgütü listesine aldığını duyurdu. İran Meclis Başkanı Ali Laricani, tepkisini en üst perdeden dile getirdi. Laricani: “ABD rejiminin Devrim Muhafızları’nı yüzsüzce ve utanmaz bir şekilde terör listesine dâhil etmesi; derin nefretinin, aptallığının ve cehaletinin bir işaretidir.” çıkışında bulundu.
Söz konusu karara AB ve bölge ülkeleri tepki gösterse de destek açıklamasında bulunan devletler de oldu. İsrail’in ardından Bahreyn ve Suudi Arabistan kararı desteklediklerini duyurdu. Suudi Dışişleri gelinen aşamayı: “Riyad’ın uluslararası toplumdan defalarca talep ettiği ve İran’ın destekleyip kolladığı terör örgütleriyle yüzleşmenin gerekliliği yönünde atılmış bir adım” olarak yorumladı.
İran Devrim Muhafızları’nın tarihçesine ve organizasyon yapısına kısaca değinerek Trump’ın bir devletin ordusunu neden hedefe koyduğunu anlamlandırmaya çalışalım. 1979 İran Devrimi’nin ardından rejimi korumak amacıyla Ayetullah Humeyni’nin talimatıyla kurulan Devrim Muhafızları Ordusu, İran’ın en güçlü güvenlik birimi olarak bilinir. Kuruluşundan bugüne dek İran siyasetinde son sözü söyleyen dini lider Ali Hamanei’e bağlı olan ordu aynı zamanda ekonomik, askeri ve siyasi bir aktör. 150 bini aşkın aktif personeli olan İran Devrim Muhafızları, ülke ekonomisinde enerji ve inşaat gibi pek çok sektörde denetim gücüne sahip. Ayrıca ordu İran’ın balistik füze ve nükleer programından da sorumlu. Bu avantajlar, doğal olarak Devrim Muhafızları’nı İran siyasetinin önemli bir aktörü haline getiriyor. Muhafazakâr bir çizgide olan DMO, zaman zaman reformist yönetimlerle iç siyasette görüş ayrılıkları yaşıyor. Ayrıca nükleer anlaşmayı “İran’ın Batı’ya teslim edilmesi” olarak yorumlayan ve Batı ile yaşanan her gerilimden güçlenerek çıkan bir yapı. Hatırlanacağı üzere Tahran daha önce uzun menzilli, İsrail ve bölgede ABD’ye ait birimleri vurabilecek füzeleri olduğunu açıklamış ve yaptığı füze denemelerinin görüntülerini paylaşmıştı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin karşı çıkmasına rağmen yapılan füze denemeleri, Devrim Muhafızları’nın ülke siyasetindeki etkisinin bir ispatı niteliğinde. ABD’nin aldığı karar karşısında İran iç siyaseti, kısa vadede birlik mesajı verse de uzun vadede Devrim Muhafızları’nın ülke siyasetindeki etkisini daha da arttıracak. Bu karar, iki yıl sonra İran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr kanada şimdiden önemli bir avantaj sağlamış görünüyor.
Trump’ın karar ile ilgili açıklamasında “Devrim Muhafızları ile iş birliği yapmış olanlar da teröre destek vermiş olacaktır” ifadesi, ABD-İran geriliminin başka ülkelere yayılacağına dair ipuçları vermesi bakımından önem arz etmekte. Bu açıklama sadece İran’ı değil, İran’la ticari işbirliği olan ülkeleri de baskı altına alma gayreti olarak değerlendiriliyor. Önümüzdeki süreçte ABD, Türkiye ve Irak gibi bölge ülkeleriyle de Devrim Muhafızları nedeniyle sorunlar yaşayabilir. Zira İran’ın yaptığı ihracat ve ithalatın önemli bir kısmı, Devrim Muhafızlarının kontrolünde olan şirketler aracılığı ile gerçekleştiriliyor.
Bu gerilimi en yakından takip eden ülke ise 1979 İran Devrimi sonrası Tahran’la yaşanan restleşmenin en önemli taraflarından biri olan İsrail. ABD’nin İran’a yönelik karar aldığı günlerde İsrail’de bir erken genel seçim yaşandı. Başbakan Netanyahu, ABD’nin olağanüstü desteğine rağmen beklediği zaferi tam olarak elde edememiş olsa da başbakanlık görevine devam edecek. Bu durum, İran karşıtlığı ile bilinen Bibi’nin gerilimi tırmandırmak için eline yeni bir fırsatın geçtiği anlamına geliyor.
15 Nisan tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan Devrim Muhafızları kararının 8 Nisan’da açıklanması, ABD’nin bölgeye yönelik siyasetinin, Netanyahu’nun yönetimde olduğu bir İsrail ekseninde şekillendiğini göstermekte. Nitekim İsrail’de seçim kampanyası devam ederken ABD’nin İran’a yönelik aldığı karar, hakkında önemli yolsuzluk iddiaları olan Başbakan Binyamin Netanyahu’ya açık bir seçim desteği olarak yorumlandı.
ABD hükümetinin, Netanyahu’ya olan desteği yeni bir durum değil elbette. Washington’un yakın bir zamanda da Golan tepelerinin İsrail egemenliğinin tanınması için önemli girişimleri oldu. Bu adımlar, İran karşıtlığıyla tanınan Netanyahu yönetimi için can suyu olsa da bölge adına yeni gerilimlerin kapıda olduğu anlamına geliyor. Zira Trump ve ekibi, demokratların tüm uyarılarına rağmen ABD siyasetinde yükselen İran karşıtlığını canlı tutmak ve Tahran’da bir rejim değişikliğini öngören planı uygulamak niyetinde. Bu plan dâhilinde ABD-İsrail ittifakı, bölgeyle alakalı orta ve uzun vadeli objektiflere sahip.
Başkan seçilmesinin ardından nükleer anlaşmadan çekilen Trump, İsrail’in güvenliği ve İran karşıtlığı adına dört adımlı bir strateji üzerinde durmakta. ABD’deki seçimlerden sonra Donald Trump, stratejisini hayata geçirmek adına ilk adımını atmış ve başkentin Kudüs’e taşınması ile ilgili bir çıkışta bulunmuştu. İkinci girişim olarak İsrail-Suriye sınırındaki Golan tepelerinin İsrail’in toprağı olarak tanınması konusundaki ısrarıydı. Üçüncü aşamada ise BM tarafından resmen tanınmış olan bir devletin ordusu olan İran Devrim Muhafızları’nı, 67 örgütün bulunduğu terör örgütü listesine aldı. Trump’ın bölgeye yönelik planının dördüncü ve son aşaması ise Batı Şeria ve Gazze’nin tamamıyla ilhak edilerek iki devletli bir çözümün ortadan kaldırılması. Önümüzdeki süreçte özellikle İsrail’deki seçim hengâmesinin sona ermesinin ardından nihai hedefin hayata geçirilmeye çalışılacağı bir döneme gireceğiz.
Bu planın üçüncü adımını, yani Devrim Muhafızlarının terör örgütü ilan edilmesi konusunu irdelemek gerekiyor. Zira artık orduların bile terör örgütü listesine alınabildiğini gösteren bu karar, kuşkusuz yeni bir eşik. Bu aşama, bölgeye dair yeni bir siyasi anlayışı da beraberinde getirecek. Devrim Muhafızları’nın terör listesine alınmış olması, gelecekte bölgede konuşulacak bir savaş senaryosunun başlangıç noktası olarak görülebilir.
İran, tarafı, bu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemekle yetinmedi. Misilleme olarak CENTCOM’un yanı sıra ona bağlı birliklerin de terör örgütü sayıldığını duyurdu. Bu açıklamadaki “CENTCOM’a bağlı birlikler” ayrıntısı önemli. İran’ın bu açıklaması, sadece İsrail’i değil Mısır’dan Orta Asya’ya kadar ABD’ye bağlı bütün askeri güçleri hedefine koyduğu ve bir gerilim anında menzilindeki tüm unsurları vurabileceği anlamına gelmekte. İran’ın karşı açıklaması, bölgede gerilim devam ettiği sürece Tahran’ın siyasi ve mezhepsel etki alanındaki örgütleri kullanarak savaşı Orta Asya’ya kadar yayabileceği bir restleşme aslında.
Nitekim Afganistan’daki Taliban saldırısı sonrası ölen dört ABD’li askerin İran basını tarafından “4 terörist öldürüldü” olarak duyurulması, Tahran’ın bölgede Taliban dâhil tüm ABD karşıtı örgütlerle iş birliği yapma potansiyel ve alt yapısına sahip olduğunun bir göstergesi. Nitekim İran-Afganistan ilişkilerinin geldiği noktaya dikkat edildiğinde Tahran’ın, meşru Kabil hükümetinin yanı sıra ülkenin yarısından fazlasına etki eden Taliban’la da diyalog içinde olduğu biliniyor.
Öte yandan Tahran’daki siyasi elitler, Suriye’den ayrılacağını duyurmasına rağmen somut bir adım atmayan ABD’nin, önümüzdeki dönemde askeri varlığını, Irak’a kaydıracağını düşünüyor. Dolayısıyla, İran’ın Irak’ta Devrim Muhafızları üzerinden artan etkisi ile ABD güçlerinin varlığı, yakın coğrafyamızda yeni çatışma alanları ve yeni terör örgütleri olarak gündemimizi meşgul edebilir.
Ayrıca İran Devrim Muhafızlarıyla ilgili alınan bu karar, ABD’nin Reza Zarrab ve Babek Zencani ile ilgili davalarda önemli bilgilere ulaştığının da bir göstergesi olabilir. ABD’de görülen dava sonrası elde edilen bilgiler, İran siyasi ve ticari hayatında, bilinenden çok daha etkin olan Devrim Muhafızları’nın ekonomik ve siyasi gücünün ABD tarafından tam anlamıyla anlaşılmasına yol açmış görünüyor. Washington, İran’a olası bir müdahale konusunda bir mesafe kat edilmesi için esas muhatabın Ruhani ve kabinesi değil Devrim Muhafızları olduğu hususunda -demokratlar ve uluslararası hukukçuların itirazlarına rağmen- fikir birliğine varmış durumda.
Nihayetinde, ABD bölgeye yönelik stratejisini adım adım hayata geçirme niyetinde. Bu planını uygulama konusunda da İran karşıtlığıyla bilinen İsrail ve Suudi Arabistan koridorunu işlek tutuyor. ABD bu hattı güçlendirmek ve İran karşısında daha dirençli bir blok kurmak adına Mısır’ı da bu gruba dâhil etme niyetinde. ABD, tam da bu dönemde Sisi’yi misafir ederek, tansiyonu dönem dönem yükselen Mısır halkının, Müslüman Kardeşler ile olan bağını iyice zayıflatması konusunda birtakım uyarılarda bulunma amacında. Bunun yanı sıra bölgede İran ekseninde olan Hizbullah ve Hamas gibi aktif örgütlere olan desteğin azaltılıp etki alanlarının daraltılması adına Kahire’den daha gerçekçi adımlar beklemekte. İran karşıtlığı ve Filistin’in tamamen ortadan kaldırılması konusunda başta Riyad olmak üzere Körfez ülkelerini yanında tutan ABD’nin, bölgenin tamamen İsrail’in kontrolüne geçmesinin önündeki engelleri, Abdulfettah El-Sisi gibi meşru gördüğü yönetimler vasıtasıyla aşma gayretinde.