Adaletin yalancı çoban hikayesi
1035. Hakkında bir kez beraat, iki kez tahliye kararı verilmesine, bir kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hak ihlali tespitine rağmen Osmanlı Kavala’nın tutuklu olarak Silivri Cezaevi’nde geçirdiği gün sayısı bu.
1430. İki kere tahliye edilip, iki kere bir gün geçmeden yeniden tutuklanan, Yargıtay tarafından verilen müebbet cezası ağır bulunan, Anayasa Mahkemesi başkanı ve üyeleri tarafından bile suçlandığı televizyon konuşmasında suç unsuru tespit edilemeyen Ahmet Altan’ın cezaevinde geçirdiği gün sayısı.
Sadece dört köşe yazısı yüzünden ülkücü kökenli yazar Mümtazer Türköne dört yıldır tutuklu.
“Tutukluluğu siyasi, tahliye edilmeli” diyen AİHM kararına, tutuklu olduğu davadan tahliye edilmesine rağmen HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş da...
Türkiye’de hukuk sisteminin tutukluluğu cezaya çeviren uygulamalarının, kötü iddianamelerin, önyargılı yargılamaların mağdurları arasında artık her kesimden, her görüşten insanlar var.
Laik, Kemalist Cumhuriyet yazarları, Sözcü çalışanlarıyla, Alparslan Kuytul, Halis Bayancuk gibi oy vermeyi bile gayri-İslami gören İslamcıları, ODA TV çalışanlarıyla, Zaman gazetesi çalışanlarını, milliyetçi Yeniçağ yazarıyla, Yeni Yaşam gazetesi yöneticilerini, ulusalcı gazetecilerle, Büyükada’da sivil toplum atölyesi yapan liberal-sol aktivistleri, Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklananlarla, Atatürk’e hakaretten tutuklananları aynı anda mağdur edebilen bir yargı sistemimiz var.
Çocuğunu verdiği kolej, yaptığı bağış yüzünden, minareden şarkı çalınmasını notalı emojiyle duyurdu diye, dört yıl önce attığı tweette bir siyasetçinin eşine çirkin dedi diye, tweeti darbe çağrıştırıyor diye, “koronavirüs sayıları açıklanmıyor”, “bankalar batıyor” tweetleri attı diye evinden karga tulumba alınıp tutuklanan insanlar var.
Afrin operasyonuna destek için lokum dağıtan arkadaşlarının standındaki lokumu devirdikleri için Boğaziçili öğrenciler aylarca tutuklu yargılandılar.
Üstelik bu kararların keyfiliği ile ilgili gözümüzün önünde yaşananları, Trump’ın, Merkel’in, Macron’un telefonlarıyla serbest bırakılanları, anında gönderilen uçaklarla ülkelerine gönderilenleri unutsak bile, ABD seçimlerinde klip olup gözümüzün içine sokuluyor.
Tutuklamanın bir cezalandırma yöntemine döndüğü böyle bir ülkede sosyal medyanın, seyircilerin tribünlerden tutukla- tutuklama diğer bağırdığı bir arenaya dönmüş olmasına da şaşmamak gerek.
Adalet sistemine güvensizlik artınca, kayıt dışı hukuk mekanizmaları ortaya çıkıyor, Twitter, neredeyse Türkiye’de gayri resmi bir istinaf mahkemesi gibi çalışıyor.
Mahkemelerin tahliye ettiği, beraat ettirdiği insanlar birileri telefon açınca, Twitter’da TT olunca, şunun bunun vicdanı sızlayınca gecesinde tekrar tutuklanıyor.
Uzun süredir tutuklama bir yürek soğutma mekanizması olarak kullanılıyor.
Karşıt fikir, aykırı fikir, ahlaki kötülükler hızlıca suçla eşitleniyor.
Her olayın içine jurnalcilik ve ihbarcılıkla hemen polis çağrılıyor.
Herkes sevmediği fikirdeki, eylemdeki insanları tutuklatmaya çalışıyor. Karşıt görüşten birini evinden aldırmak bir güç gösterisine dönmüş durumda.
Talep artık hürriyette değil, tutuklanmada eşitlik.
Hoşumuza gitmeyen her şey bize suç gibi geliyor.
Akıl yürütmeyle, kanaatle insanların hayatı hakkında hükümler veriliyor. Kimse delil, karine merak etmiyor.
Böyle bir atmosferde, Batmanlı bir köylü kıza tecavüz ederek onu intihara sürüklediği iddia edilen bir uzman çavuşun mahkeme tarafından ısrarla tutuksuz yargılanması karşısında insanların infiale kapılması vicdanı bir tepkidir.
Mesnetsiz delillerle, suçlamalarla gözümüzün önünde bu kadar insan haksız yere tutuklanmışken, berbat iddianamelerle komik suçlamalarla haklarında müebbet cezalar istenmişken, insanların oturup bu kez bu davada iddianameyi okuması mı bekleniyordu?
İktidar siyasi önyargılarla pek çok insanı yargılanmadan suçlu ilan etti, haklarında hükümler verdi, bu kez sıra muhaliflerdeydi.
Benzer duygularla insanlar böyle bir davada taraf oldular, birbirinden görerek kopya tepkiler verdiler, hükümler kestiler, herkes kendinden o kadar emindi ki kimse suçlamaların doğruluğunu test etme gereği bile duymadı.
Halbuki iddianamede olayın iki tarafının da birbirine çok yakın ayrıntılı ifadelerini okuyanların ortada anlatılan gibi bir durum olmadığını anlaması zor değildi.
Bu kez mahkemenin ısrarla tutuklama kararı vermemesinde hukuken haklı sebepleri vardı.
Ama devlet, normal vatandaşlarından, muhaliflerden, aykırı, farklı fikirleri olan insanlarından esirgediği hukuki standartları, bu kez intihar etmiş yoksul bir Kürt kızına karşı, maaşlı bir askeri için uygulayınca kimse bu davada hukukun gereğinin yapıldığına ikna olmadı. Vicdanlar kanadı, adalet duyguları iyice örselendi.
İşte buna adaletin yalancı çoban hikayesi diyoruz.