Yeni medyada yeni partiler
Yeni partilerin, yani, Gelecek ve Deva Partilerinin siyaset sahnesine çıkışlarının Türkiye siyaseti için ne anlam ifade ettiğine dair görüşler muhtelif.
Daima vurguladığım gibi, herkes, her olayı, kendi bulunduğu noktadan, kendi zaviyesiyle anlamlandırıyor.
Bu da tabii bir şey.
Bulunduğu konumu aşıp, daha hakim bir noktaya çıkıp oradan bakmak istisnai kabiliyetlerin harcıdır.
Var mıdır o istisnai kabiliyetler, kimdir, nedir bilmiyorum. Gözleyebildiklerim, buna çoğu zaman ben de dahilim, hep kendi bulunduğu noktadan bakıyor.
“Bunların maksadı kazanmak değil, kaybettirmektir” bir bakış açısı.
Baktıkları nokta, Cumhur İttifakı’nın ortası.
Öyleyse, iki yeni partinin siyasetteki muhtemel etkisini böyle yorumlamaları yadırganamaz.
Bu bir görüştür ve oradan bakıldığında az çok dayanağı da vardır.
Hemen ardından gelen “Dolayısıyla, bunlar haindir” yaklaşımı ise bakış açısı sayılmaz, belki menşei özdeş olan bir politik yargı ve bir politik ‘taktik’ unsuru olabilir.
‘Cumhur İttifakı’nın ortası’nda olmadıkları halde olaya ‘kısa günün karı’ olarak bakanlar, yani ‘kaybettirme’ ihtimaline meftun olanlar mutlaka var.
Bu da, aynı bakış açısının negatifi.
‘Yeni Partiler’in tezi ise Türkiye’nin sorunlarına yeni çözümler üretmek ve mevcut siyasi alternatiflerden farklı bir siyasi seçenek oluşturmak.
Tabii ki, halkı buna ikna etmeleri gerekiyor.
İkna vasıtaları nispeten nakıs.
Medyanın büyük bir kısmına erişimleri neredeyse yok.
Ağırlıklı olarak ‘alternatif medya’nın imkanlarını değerlendirmeye çalışıyorlar.
Görebildiğim kadarıyla iyi seyrediliyorlar.
İçinde bulundukları bu zaruret halinin alternatif medyaya bir ağırlık kazandırdığını da söylemek mümkün.
Ramazan boyunca Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun ve Deva Partisi lideri Ali Babacan’ın bu mecralardaki birkaç programına tesadüf ettim.
Bu iki siyasetçi, bizim Karar TV’ye de röportaj verdiler.
Ahmet Davutoğlu’nun en dikkat çekici programı alternatif medyada değil Akit TV’de yayınlandı.
Davutoğlu’nun sabrını ve tahammülünü takdir etmeyen muvafık veya muarız kimseye rastlamadım.
Benim rastlamadığım bir şey, ‘yok’ demek değildir. Ama rastladığım ‘var’dır. Demek ki, Davutoğlu’nu sabur ve mütehammil bulan muarızları ‘var’dır.
Ev sahiplerinin en azından bir kısmının agresif tutumunu tespit etmeyene de rastlamadım.
Buna rağmen Davutoğlu ortama hakim olmayı başardı.
Şehir Üniversitesi tartışmasında elbette Davutoğlu’nun yaklaşımı daha ikna ediciydi.
Özellikle, “Madem arazi temliki yanlış bulunuyor, öyleyse düzeltip tahsise dönüştürseydiler” mealindeki ifadeleri ‘el koyma’nın arkasındaki ‘kasıt’ı ifşa ediyordu.
Yukarıda belirttiğim ‘kaybettirme’ tezinin bir tezahürü olarak muhtemel bir seçimde hangi ittifaka dahil olacağına dair sorular da yöneltildi Davutoğlu’na.
Her hangi bir oluşumun uzantısı olmayı hedeflemediklerini söylemesi dikkat çekiciydi. Bu ifadelerin siyasete nasıl yansıyacağını tabii ki takip etmek lazım.
Nedense, programdaki gazeteciler Davutoğlu’nun Şaban Dişli konusundaki sözlerinin üzerinde durmak istemediler.
Ali Babacan, AK Parti’nin içindeyken katıldığı icraatlar konusundaki sorulara Davutoğlu’na nispetle daha az maruz kaldı.
Ama bu sorular, her iki siyasetçi açısından da geçerli sorulardır ve daima sorulacaktır.
Ali Babacan’a yönelen sorularda ve onun verdiği cevaplarda ekonominin bir ağırlığı vardı.
Babacan’ın en dikkat çekici tespiti, dünyada negatif faiz cari iken Türkiye’nin yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmasıydı.
Çatışmacı bir tarzı yoktu.
Özgürlüklere çok sık vurgu yaptı.
“Kendisini bakan yapan” lidere, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rağmen siyaset yapmasının altını çizen bir suale “Ben hiçbir göreve talip olmadım. Kendileri tercih ettiler. Dolayısıyla borçlu hissetmiyorum” diye özetlenebilecek bir çıkışla mukabele etmesi dikkat çekiciydi.
Bu yeni siyasi partilere sen nasıl bakıyorsun diye bir soru sorulabilir.
Cevabı uzun ve müteaddit olabilir bu sorunun.
Şimdilik cevaplardan biriyle iktifa edeyim:
Siyaset sahasında daha fazla fikrin tedavüle girmesi, tercih hakkına sahip olan vatandaşların lehine bir durumdur.