Durmuşoğlu Duran atını bulsun mu?
Anlatacağı çok şeyi olan ve açık seçik cümlelerle anlatacağı şeyleri anlatıp duran bir adam.
Güzel şeyler anlatır çoğu zaman. Dinleyesiniz gelir.
Belki çocukluğunda ve ilk gençliğinde Erzurum’un o uzun kış gecelerinde kesbettiği bir melekedir.
‘Bağdat’tan Dönen Şiirler’in şairi Şaban Abak’tan söz ediyorum. (Ebabil Yayınları.)
Özelliği olan, kendi tadı, rayihası olan bir şiiri var Şaban Abak’ın.
“Çekici parmağıma indirdiğim gün/Sevdakar bir çırak olduğum anlaşıldı/Gülümsedi ustam”
“Parmağımın ucundan acıyı emerek büyüdüm ben/Gül desenli kılıçlar işledim merhametli/Aşkı övme savaşlarına girdim bismillah/İlk hamlede en güzel yerimden yaralandım/Çok iyi savaştım ve yenildim.”
Bu mısraların arasında “Parmağımın ucundan acıyı emerek büyüdüm ben” mısraının altını çiziyorum.
Bir de “Çok iyi savaştım ve yenildim”in.
Acının oğullarını ve çok iyi savaşıp yenilenleri selamlıyorum.
(İyi savaşıp yenilmek, kötü -ya da yanlış- savaşıp yenmekten iyidir.)
Şaban’ın biraz işportacılığı vardır. Yani ‘İşportacının Şiiri’ boşuna değildir.
“Gelelim beri yüzüne, yelkenlere yel satarım
Mevsim sonu sevdalara kurumuş gül satarım
Ustamı kurşunlamışlar hem ağlarım hem satarım
Ben kaderimden kaçarım, kaderim zabıtadan”
“Zabıta Rüşvet İçmez,” ve suyumuz Leyla’dır.
“Bu su Leyla, bu su sarhoş, bu su yalpa vuruyor
Bu su bir şair boğmuş, mısra köpükleniyor”
Arada, altını çizdiğim bazı mısralar.
“Kârımız yürek burkuntusudur.”
“Hohlasak kalbimizin ateşi yakar şehri.”
“Ve yalnızlık da üşür/Islak musalla taşında/Yoksulun elleri yok, eldivenleri üşür.”
***
Şaban zaman zaman anlatırdı “Durmuşoğlu Duran”ı. Kayıp Atlar Haritası basılmadan önce... Yani, daha yazılırken haberdar olduğum bir destan, Kayıp Atlar Haritası.
Aaa! Şimdi gördüm. “Kayıp Atlar Haritası”nın arka kapağında benim cümlelerim var! Benim imzamla!
Sürpriz oldu.
Ben, 2007 Kasım’ında, Yeni Şafak’ın kitap ekinde bu kitapla ilgili yazmışım.
Arşiv falan tutmadığım için uçup gitmiş. Düpedüz unutmuşum!
Aradım Şaban’ı. Gönderdi yazıyı. Hele yazımı bitireyim, okurum.
Kim Durmuşoğlu Duran?
Biziz, hepimiz.
Acemisi olduğumuz bir çağda, umarsız, kendi dilini, derdinin devasını arayan herkes.
Durmuşoğlu Duran’ın atını kaybetmesi, bizim halimize uyuyor.
“Durmuşoğlu Duran atını kaybedince adeta kendini kaybetti ve keder sarhoşluğuyla umut coşkunluğu dalgalanışı içinde söyledi şu şiiri Türkçe ve yaya. Bu odur.”
Eski destanların ara başlıklarını hatırlatıyor değil mi?
Hatırlatmıyor. Aynısı.
“Kalbi dahi yaya bir yolcuyum ben
Gittin yalnız seni değil kaybettim kendimi de
Seni bir arayan var, ya beni kim bulası?”
Bu, bir destan.
Hani ‘anlatıp duran bir adam’dan bahsediyordum ya yazının başında. Tam o adama, Şaban Abak’a yakışır bir destan.
Ayrıca, bizim şiir geleneğimizin yenilenerek dile gelişi.
Bence bu destan Şaban Abak’ın şiirini tam kıvamına getirdi. Baksanıza:
“O ne mumdur pervane söyle bana
Düşen yanmıyor, ayrı düşen yanıyor”
Duran Urumeli’nde:
“Ey gazi Tuna Nehri sırdaşım benim!
Sen söyle nedir bu mahzunluğumuz
Bu geç bulup erken yitirişimiz?”
Dağlara soruyor Duran, Tuna’ya soruyor, Mostar Köprüsü’ne soruyor...
“Ben ki aramaya çıktım
Ben aramaya çıkınca bir bulan vardır.”
Kitabın arka kapağındaki cümlelerimi aynen buraya alıyorum. Çünkü bugün de aynı fikirdeyim.
“Görünüşte kaybettiği atı Gülşah’ı arıyor Durmuş Oğlu Duran. Ama aslında medeniyetinin yeryüzündeki ve gökyüzündeki izlerini takip ederek, o izlerle konuşarak Diriliş’i, medeniyetinin dirilişini arıyor.”
Baktım, 2007’deki yazımda da ‘destan’da ısrar etmişim. Hatta, şimdi “Durmuş Oğlu Duran’ın arayışının devam etmesi gerekir” diyecektim. Onu bile demişim.
Şaban Abak’a sordum, evet, devam edecek.
Bulur mu Duran atını?
Belki bulur. Belki bulduğunu sanır.
Ah! Benim üstüme vazife değil. Şairi bilir.
Kahvehanedeki ‘yancı hakları’ gibi, okuyucunun da söz hakkı varsa... Aramaya devam etsin, daha iyi.