Biz organik miyiz?
Bazı uygulamaları anlıyorum. İzolasyon. İnsanlarla fiziksel temasın olmaması. İnsanların birbirlerine 1,5-2 metreden daha fazla yaklaşmamaları, birbirlerinin yüzlerine doğru konuşmamaları.
Bu tedbirler virüsün bulaşma ihtimalini azaltıyor.
Ellerimizi iyi yıkamamız gerekiyor. Şüpheli temaslardan sonra bilhassa.
Beslenmemize, uykumuza dikkat etmemiz, bağışıklık sistemimizi güçlendiren takviye gıdalar almamız, gerçek, ispatlanmış bir faydası yoksa bile bize iyi hissettirebilir.
Fakat, maske yüzünden tabiplerin ve vatandaşın ihtilafa düşmesini anlamıyorum.
Doğru, virüs maskemizin gözeneklerinden otobandan geçer gibi geçer. Ama en azından öksürüğümüzün, hapşırığımızın hızını kesmez mi?
Bir kuruşluk bile mi faydası yok?
Bazen, eve giderken, İstinye’den Beşiktaş’a doğru sahil yolunu kullanıyorum.
Burası, özellikle Emirgan sahili, ara sıra yürüyüş yaptığım bir mevkiydi. Şimdi yürüyemiyoruz, yasak.
Yürümek isteyen sahildeki yürüyüş yolu yerine karşı taraftaki daracık kaldırımda yürüyor.
Eğer sahilde yürüyen olursa görevliler uyarıyor, ceza kesiyor.
Parklarda dolaşmak da yasak.
Peki insanların ‘sosyal mesafe’ye dikkat ederek sahilde yürümelerinde, parklarda dolaşıp temiz hava almalarında ne sakınca var?
Bir kadın, çayırda keçilerini otlatıyor.
Görevliler, kadını ikaz ediyorlar. Biraz da korkutuyorlar. Son derece saygılılar, nazikler.
İyi hoş da, kadıncağızın, kimsenin olmadığı bir otlakta hayvanlarını otlatmasının ne sakıncası var?
Virüs çimenlerden mi, keçilerden mi bulaşacak?
***
Virüs çıktı ortaya. İnsanların fare, yarasa gibi mahlukatı yemeleriyle irtibatı var veya yok, çıktı işte.
Birisi virüsü imal etmiş olabilir mi?
Nobel ödüllü virolog Luc Montagnier koronada AİDS virüsünden parçalar olduğunu, yarasadan gelen klasik virüsün üzerine bu HIV parçalarının laboratuvarda ilave edilmiş olabileceğini söyledi.
Demek ki olabilirmiş. Böyle bir ihtimal varmış.
Koronanın laboratuvarda üretilmiş olması bazı zihniyet türleri için harika bir haber.
Onların çoğu, Nobel ödüllü bir alim bunu söylemeden önce de teorilerini geliştirdiler, süslediler, piyasaya sürdüler.
Teorilere, gayet tabii bütün teorilerin gözde aktörü Rothsclid ailesi dahil edildi.
Mamafih rivayetler muhtelif.
Dünyadaki üst akıl Çin’i durdurmak için bu virüsü geliştirmiş.
Hayır hayır, öyle değil. Çin, ABD’nin başına iş açmak için bu virüsü imal etmiş.
Bakın, Rusya ağzını açıyor mu? Seyrediyor, yesinler birbirlerini ABD’yle Çin.
Hayır hayır, asıl maksat dünyanın nüfusunu azaltmakmış.
İnsanları evlere tıkıp robotlarla dünyayı yönetmekmiş.
Zinhar! Olamaz böyle bir şey! Bunların hepsi komplo teorileri!
Niye komplo diyorsun birader, sen Rothsclid’lerin avukatı mısın? Ekmeğini üst akıl mı veriyor?
Güzel ihtilaf.
Seyretmesi eğlendirici.
Tarafların heyecanı takdire şayan.
Eski bir karikatür. Gördüğümde çok gülmüştüm.
Selçuk Erdem çizmiş.
İki tane koyun, bir çayırda otluyorlar.
Biri ötekine soruyor:
“Lan biz organik miyiz?”
Öteki koyun, sorunun cevabından ziyade sorunun ve cevabının ne işe yaracağına odaklı.
“N’apıcan?”
N’apıcaz şimdi, korona virüsünü Çin ya da Amerika imal ettiyse?
Ya da Rothsclid ailesi?
Çayırda yayılan koyunun organik olması ya da olmaması koyun için neyi değiştirir?
Korona virüsünün imal edilmiş veya başka virüslerin geçirdiği bir değişim sonucunda husule gelmiş bir virüs olması, biz virüsün mağdurları açısından neyi değiştirir?
Hiç.
Faydasız bir münakaşa, ama seyretmesi güzel.
Senin görüşün ne? Diye soracak olursanız...
Her iki durumda, virüs de dünyayı idare ettiği söylenen güçler de bildiğini okuyor.
O yüzden, bizim ne yapmamız gerektiği sorusu virüsün menşeinden ve mahrecinden daha önemli.