50+1 siyaseti bozdu
Malum, ilaçların yan tesiri olur. İlacın kutusunu açıp yan tesirlerini okursanız anlarsınız.
Midenize iyi gelir karaciğerinizi hırpalar.
Kanınızı sulandırır, beyin kanaması riskinizi artırır.
Bağırsaklarınıza faydası olur ama uykunuzu getirir.
Böyle can sıkıcı etkiler.
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki yüzde 50+1 şartı da aslında lüzumlu.
Adam memleketin cumhurbaşkanı olacak.
Çok yetkili bir cumhurbaşkanının nüfusun yarısından bir fazlasının desteğini alması demokratik meşruiyetin gereğidir.
Hatta birisi kalksa dese ki yüzde 50+1 yetersiz, daha yüksek bir oran olmalı, çünkü Cumhurbaşkanlığı daha geniş bir halk tabanına istinat etmeyi gerektirir, bu da belki çoğu zaman gayrı kabildir ama anlaşılır bir şeydir.
Yani, kurgulanırken doğru kurgulanmış.
Birinci turda yüzde 50’yi geçersen cumhurbaşkanı olursun.
Geçemedin, ikinci turda iki aday olacak, birisi illa ki yüzde 50’yi geçer.
Fakat bu tedbirin ilaçlar gibi yan tesiri var.
Yüzde 50+1, Türkiye siyasetinin, siyasetçilerin, partilerin kimyasını bozdu.
(Bozdu mu, düzeltti mi, yoksa sadece değiştirdi mi? Hangisini beğeniyorsanız onu kullanın, bana göre bozdu.)
Eskiden, bütün siyasi partiler, alışık olduğumuz fikrî veya sosyal bileşenleriyle seçime katılıyordu.
CHP, hafif solcu, bir miktar devletçi, biraz da Kemalist.
MHP, milliyetçi.
HDP, içinde biraz da solculuk olan başka türlü bir milliyetçi.
DP, AP, ANAP biraz liberal biraz kapitalist.
Selamet Partisi, Refah, AK Parti falan kendilerince İslami motifleri ön plana çıkaran yaşam biçimi muhafazakar, fikren modernist partiler.
Herkes kendi nam-ı hesabına yarışıyor.
Yüzde 1 mi alacak 5 mi alacak, 20 mi, 40 mı, alacağını alıp çekiliyor kenara.
Yüzde 50+1 şartı ameliyat etti partileri.
İçlerine davranış değişikliğine sebep olan çipler yerleştirdi.
Bu sayede mesela HDP, tabanda rejimin en muhafazakar partisi CHP’yle işbirliği yapmakta sakınca görmeyecek kadar esnedi.
MHP, mizaç olarak geçmişte asla barışmadığı, 80 öncesi Milliyetçi Cephe hükümetlerinde bile bir arada bulunmaktan mutlu olmadığı ‘İslamcı’ tandanslı bir partiyle ittifak kurma ihtiyacı duydu.
Aynı şeyi AK Parti için de söyleyebiliriz.
Milliyetçi bir parti değildi AK Parti.
Ama yüzde 50+1’in hatırına hem kendi söylemini milliyetçileştirdi, hem de MHP’yle ortaklık kurdu.
Her gün biraz daha milliyetçileşiyor.
CHP ise usul usul sağa doğru kayıyor. Faydasını gördü, biraz daha kayar.
Cumhur ittifakı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve ondan sonra gelecek ‘sağcı’ adaylara 50+1’i garantileyecek bir oluşum olarak tasarlanmıştı.
Mantıklıydı da. Türkiye’de yüzde 65’i aşan bir ‘sağ’ oy tabanı var.
Yani çıkış yok, kıyamete kadar sağcı cumhurbaşkanı, sağcı iktidar.
Ama, kimya bozuldu ya, ‘sağcı’ların bir kısmı, mesela yüzde 65’in içinde varsayılan İyi Parti, kendisini karşı taraftaki yüzde 35’e ilave etti.
Saadetti, küskünlerdi, canı sıkkınlardı derken memlekette neredeyse gramı gramına birbirine eşit, yüzde 50’şerlik iki blok oluştu.
Bir saman çöpü bile dengeyi bozabilir.
Kimse kimsede kabahat aramasın, bunu yapan, yüzde 50+1 şartıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sistemi kendisi kurdu.
Bunu yaparken risk aldı.
Parlamenter sistemde uzun süre iktidarı garanti gibiydi. Yüzde 30’larla, 40’larla bile Türkiye siyasetinin lider partisi olurdu.
Şimdi, yüzde 50’nin bir gram altına düşünce kaybediyorsun.
Yerel seçimlerde bu risk kendini hissettirdi.
Faruk Çelik’i konuşturan bence bir ‘suflör’ değildir. Bu risktir.
Çelik’in meccanen yaptığı bir inovasyon!
Gerçi ortaya attığı yüzde 40+1’in mantığı yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sistemi kurduktan sonra, “Yüzde 50+1 şartı koyacağımıza en çok oy alan kazansın desek daha mı iyi olurdu” diye kendisine sormuş mudur?
Bilmiyorum.
Faruk Çelik’in yüzde 40+1 fikri kendisine sorulunca önce ilgilendi, sonra hemen vazgeçti.
Vazgeçmesi doğruydu çünkü gerçekten, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için yüzde 50+1 şart. Başka türlü olmaz.
İlaç, siyasi meşruiyet için birebir.
Ama yan tesirleri kötü. İşte bozdu partileri, siyasetçileri...
Kurtuluş yok, herkesin, yüzde 50+1’le yaşamaya alışması lazım.