Siyaset sınırlarına dayandı
Bu referandumda yine ülkenin en sert seçim kampanyalarından birine tanık olduk. Bir taraf Batı’nın adamı hain terör destekçisi ilan edildi, sistem değişikliğini savunanlar ise faşizmin totalitarizmin despotizmin ekmeğine yağ sürmekle, tek adamın peşinden makarna için gitmekle suçlandı. Sonucun hayırlara vesile olmasını dilerim her şeyden önce. Babalarımızın, dedelerimizin hayali elbette halkın iradesinin kıymetli olduğu, bireyin insan yerine konulduğu güçlü etkin bir yönetim biçimi.
Katılım oranı yüzde 86 ve bu her zamanki gibi seçimin bir hayat memat meselesi olarak algılandığını gösteriyor. Avrupa’daki seçimlerde katılımın düşüklüğünden bahisle bizim demokrasi kahramanları olduğumuz söylenir fakat bu uçurum biraz da kim gelirse gelsin yaşam standartları fazla değişmeyen, bizim kadar gelecek kaygısı duymayan Avrupa’nın toplumsal dinamikleriyle alakalı.
***
Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana iç ve dış vesayet odaklarının geriletilmesi ve yurttaşlık haklarının kazanılması için mücadele veren toplum, on yıllardır feleğin çemberinden geçiyor. Farklılıklar arasındaki iletişimin ortadan kalkmasına yol açan sert söylemlerle kutuplaşmak siyasal duruş olarak kötü bir geleneğe dönüştü.
Bir sistem değişikliği olarak tercihe sunulan başkanlık sistemi, askeri bürokratik oligarşileri ortadan kaldırmada emek veren AK Parti’ye yıllarca destek olan halk tarafından coşkuyla onaylamış değil. Çıkan sonuç “evet ama” tedirginliğini açıkça ilan ediyor. Vesayeti kimi noktalarda geriletecek olsa da denetim mekanizmalarındaki boşluklar, işleyişte çıkacak kimi mahzurlar yüzünden geniş eleştirilere tabi tutuldu. Seçim de bıçak sırtıydı, ‘evet’ kazanmış olsa da ‘hayır’ da kaybetmedi, Halil Berktay gibi başarıyı pirus zaferi olarak görenler hiç de az değil. Bu şartlar altında AK Parti bu sistemi olgunlaştırırken herkesi dinlemek ve en geniş uzlaşmayı aramak için hala elinden geleni yapmak zorunda. Oysa geri kalan yüzde elliye hakaretlere sıcak bakılıyor ve kazanılmış bir seçimin ardından bile sert, küçültücü cümleler havada uçuşuyor.
Öğretmenliklerinin hüsnü kabul görmemesi gerekenler, tüm zamanların jakobenleri de yaşananlardan ders çıkarabilmiş değil. Her seçim sonrası olduğu gibi Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye ortaya çıkanlar, cahiller, yoksullar taşralılar ‘evet’ dedi, kadınlar okumuş çocuklar onaylamadı diyenler yine sahnede. Diyarbakır ya da Bursa Ulu camilerinin avlusunda bir kez milletine kulak vermemiş, halkın ne konuştuğunu duymamış, yıllar boyu hangi değerler için mücadele verildiğini kavrayamamış insanlar. Ülkesinin derinliklerine aidiyet duyamamış, insanını Batı’nın işlenmiş projeksiyonlarıyla gören yabancı gözler. Öte yandan büyük şehirlerde dengenin hayır! lehine değişmesi üzerine düşünülmesi ve çok iyi analiz edilmesi gereken bir sonuç. Mütedeyyin ailelerin çocuklarını, değişen seçmen profilini, modern dünyanın bireyini mercek altına almadan hamasetle bir yere varılamaz.
***
Seçim sürecinde akıl almaz suçlamalar, arkasından seçim kazanıldıktan sonra şimdi kucaklaşma zamanı sözleri artık tecrübeyle sabit ki bir karşılığı olmayan replikler. Farklı düşüncelerden yararlanma gibi hakiki bir irade var mıdır, çatışma ve ayrışma yerine uzlaşma ve ortak değerlerde buluşma arzusunun bir gerçekliği kaldı mı, kimlerle hangi değerlerde bir araya gelinebilir, hakiki bir çaba çalışma var da görmekte zorlanıyor muyuz. Açılım politikaları esnasında kalplere sürur veren toplantılar gerçekleşiyordu. Bu çabaların ne zararı görüldü de neredeyse herkesin ötekileştirilip aşağılandığı bir pratiğe erdik. 2010’da nice dostlarını yoldaşlarını yakınlarını karşılarına alma pahasına ‘yetmez ama evet’ diyen, vesayeti gerileten anayasa değişikliği kabul oyunu 57.9’lara taşımada destek veren sol ve liberal eğilimden insanları bir çırpıda silip attık.
Artık bu millete pahalıya malolmuş olayları en ince detaylarıyla konuşmak, kapsamlı biçimde ele almak gerekiyor. Kitlelerin günü birlik manipülasyonuyla ilanihaye yol alınabileceğini zannetmek, kurucu, kapsayıcı, hiç kimseyi dışarıda bırakmayan sağlam fikirler üzerinde yükselen bir siyaset üretilmeden böyle gider sanmak akıllıca değil. Ortak zeminleri çoğaltan bir duruş olmadan gidilecek yol kalmadı. Nefretleşmeden halis niyetle daha geniş manada bir anayasa değişikliği isteyenlerin, kalpleri yatıştıran bir toplumsal sözleşmenin hasretini duyanların sesi önemli. Toplum kesimleri arasında sağlıklı iletişimin gelişmesi ve yumuşama öncelikle gücü elinde bulunduranların sorumluluğu. Ülkedeki herkes bu konuda kendine yakışanı yapsın artık.