Üreten üniversiteye geçiş
Yükseköğretimin finasmanı konusunda daha önce de yazılar yazıdım. Her seferinde dünyanın farklı ülkelerinde yükseköğretimin nasıl finanse edildiğini yazdım. Kısacası Türkiye bu konuda oldukça sorunlu bir ülke. Şöyle ki; kamu üniversitelerinin finansmanı, nasıl ki bir ilkokul tüm giderlerini devlet vergi gelirlerinden karşılıyorsa aynı şekilde sağlanıyor.
Biraz daha anlatmaya çalışayım; ilkokulda yedi sekiz yaşlarındaki çocukların temel eğitimi nasıl kamu kaynakları ile karşılanıyorsa, profesörlerin, doçentlerin olduğu üniversitelerde de kamu bütün giderleri karşılıyor. Peki, bu doğru mu? Tabii ki yanlış. Siz üniversite kuracaksınız; profesörler, doçentler atayacaksınız, laboratuvarlar yapacaksınız ama burada üretim yaparak, buluşlar, patentler çıkararak gelir elde etmesi gereken üniversiteler aynı ilkokullar gibi elini devlete açmış bize para gönder diyor. Bu son derece yanlış bir durum. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde üniversiteler bırakın giderlerini karşılamayı devlete ek kaynak yaratırken bizde neden tersi oluyor anlamak mümkün değil.
Harvard Üniversitesi 2014 yılında bin 166 patent üreterek 22 milyar dolar gelir elde etmiş. Bunun dışında mezunların bağışları, projeler, danışmanlık gelirleri toplamı 42 milyar doları buluyor. Harvard Üniversitesi’nin 2009 yılı toplam geliri 64 milyar dolar. Peki, devletten kaynak almış mı? Tabii ki hayır. Bırakın almayı, burslar vererek destek olmuş. Yani sonuçta devlete hiç yük olmadan, bilakis destek vererek yaşıyor.
Peki, bizim üniversiteler ne yapıyor? Bizde ne oluyor? Öğrencinin maddi durumu ne olursa olsun ücretsiz okuyor. Profesörlerin ve diğer akademik personelin maaşı devlet tarafından ödeniyor. Laboratuvarlar çoğunlukla boş yatıyor. Düşünün; bu ülkenin büyük bir sanayi kuruluşu olan Ülker 150 milyonluk bağışı gidip Harvard Üniversitesi’ne yapıyor. Çünkü kendi ülkesinin üniversitelerinde araştırma yapılmadığını düşünüyor. Ülkenin sanayi kurumları üniversitelerle çalışmıyor, arge kaynaklarını kendi içinde veya yurtdışında değerlendiriyor.
Peki, şimdi bir düşünün; her üniversite kendi bölgesindeki sanayi kuruluşlarının araştırma merkezi haline gelse, bu şirketlerin AR-GE bütçeleri üniversitelere aksa, üniversiteler laboratuvarlarını şirktelere açsa, onlar için çalışsa, şirket yöneticileri üniversitede dersler verse, buradan gelen gelirler üniversitelerin bütçesini oluştursa, üniversiteler devletten para almasa ve bu üniversitelere ayrılan paralar ilköğretim ve liselere yönlendirilse kötü mü olur? Peki, bunu yapmamız için engel ne? Hiçbir engel yok, tek engel kamucu bakış anlayışı.
Bu çözüm için elimizdeki en büyük fırsat Sayın Başbakan’dır. Onun siyasi iradesi ve çözüm odaklı yaklaşımını bu olayda kullanabiliriz. Çözüm de şudur; ilgili bakanlar ve YÖK üniversitelerle şirketleri bir araya getirecek. Bölgesel toplantılar yapılacak. Bunun sonucunda şirketlerin CEO’ları üniversitelerin mütevelli heyetlerine ve yönetim kurullarına girecek. Sonra bu şirketler üniversitelerin faaliyet alanına giren alanlarda üretime dönük çalışması adına altyapı kurmasına destek olacak. Sonra bu laboratuvarlardan çıkan buluşlar ilgili şirketin olacak ve üniversite de kazanmış olacak. Bu yeni bir fikir mi? Tabii ki hayır. Gidin Berlin Teknik Üniversitesi’ne, Silikon Vadisi’ne, Boston’a bunu görürsünüz.
Unutmayın üniversiteler bildiğiniz anlamda okul değil birer bilim, buluş ve yenilik merkezi olmalıdır. Üretmelidir, ülkeye inovasyon ve yenilikler getirmelidir. Aksi halde biz kaynaklarımızı yanlış kullanmaya devam edeceğiz, üniversiteler de yola dünyanın aksine “tüketen” olarak devam edecekler. Bu sözlerimi lütfen yanlış anlamayın ben kaynakların yanlış kullanımına itiraz ediyorum.