Esad ile görüşülse ne olur?
Rusya uzun süredir Ankara’nın Şam yönetimi ile temas kurmasını, daha doğrusu günün sonunda Erdoğan’ın Esad ile görüşmesini istiyor. Bu görüşme yapılmalı mı yapılmamalı mı sorusuna yanıt vermek için de böyle bir görüşmeden Türkiye’nin ne çıkar elde edileceğini öngörmek gerek.
Herkesin bildiği ama özellikle Esad’la görüşülmesini isteyenlerin yok saymayı tercih ettiği iki temel gerçek var. Birincisi ve en reelpolitik açıdan bakıldığında bile göz ardı edilemeyecek durum, Şam yönetiminin fiilen ülkesinde bir kontrolünün olmadığı. Muhalif güçlerin Suriye’de belli bölgelere sıkışmış olması, ülkenin çok önemli bir bölümünün Suriye Demokratik Güçleri ya da asıl aktörün adıyla YPG/PKK tarafından yönetiliyor olması, kalan bölgelerin de görünürde rejim kontrolünde bulunması Şam’ın ülkesinde egemen bir yönetime sahip olduğu anlamına gelmiyor.
Niyeyse yok saymanın Esad’la görüşün diyenlerin işine geldiği ikinci veri ise Şam rejiminin kendi vatandaşlarından 500 binini katlettiği, ülkenin yarısını göçe mecbur bıraktığı, 7 milyon kişinin de ülkesini terk etmek zorunda olduğu gerçeği.
Jeopolitik dengenin ne söylediğine gelince. Kimi zaman ülkeler hiç de haz etmedikleri ülkelerle karşılıklı çıkarlar için bir araya gelir, hatta gelmelidir ki daha büyük krizler engellensin.
Mayıs 2010’da İsrail Mavi Marmara’da 10 kişiyi şehit ettiğinde dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi ve yaşanan krizi çözmek için İsrailli Bakan Ben Eliezer ile görüşme yapmakta tereddüt etmedi. Mesele ideoloji değil vatandaşların güvenliği ve ülke çıkarları olunca reelpolitiğin devrede olmasından doğal bir şey yok.
İşte benzer bir zorunluluk, İran ve Rusya desteği olmasa koltuğundaki günleri sayılı olan Esad ile görüşmeyi mantıklı kılıyor mu? Meşru ve gerekli bir soru.
Türkiye bugüne kadar Esad yönetimine karşı haklı ve meşru bir politika izledi. On yılı geçen süreçte yapılmış olan hesap hataları, taktik kapasite sorunları, FETÖ’nün MİT’e kurduğu tuzaklar, bütüncül bir göçmen politikasının eksikliği ve bunun ürettiği maliyetler toplamda yanlış bir politika izlendiği anlamına gelmiyor.
Biraz iddialı olabilir ama ‘Arapların işlerine karışmayacaktık’ kolaycılığını tercih edip tarihi ve jeopolitiği göz ardı eden hiç kimse de genel fotoğrafı değiştirecek farklı bir politika izleyemezdi. Esad’ın yanında yer almayı insanlık vicdanına, tarihe, bölge halkına nasıl anlatırdık ayrı mesele.
Bugünkü tartışmalar Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Büyükelçiler Konferansı’nın kapanışında bundan 10 ay önce Suriye Dışişleri Bakanı Mikdat ile ayak üstü görüştüğünü açıklaması ve öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi dönüşü iki ülke istihbarat birimlerinin temasta olduğunu söylemesi ile ivme kazandı. Rusya’nın Erdoğan-Esad görüşmesine giden yolun açılmasını istediği zaten sır değil.
Bu açıklamalar hemen Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde Ankara karşıtı gösterileri tetikledi. Biraz da Cuma namazı sonrasındaki tansiyonu düşürmek için dün sabah saatlerinde Dışişleri Bakanlığı’ndan ‘Suriye halkının yanındayız’ açıklaması geldi.
Gösterilerden sonra protestocuların açıklamaları aslında daha büyük bir probleme işaret ediyor. Türkiye kontrolünde görece daha güvenli bölgelerin yanlış yönetilmesi, uyuşturucu ticaretinin sınır tanımaması, yasadışı faaliyetlerin artması ve Ankara’nın hala Suriye toprağı olarak gördüğü yerleri sanki oralar artık Suriye değil de Türkiye imiş gibi idare etmesi tepki çekiyor.
Suriye’deki güvenlik eğitim merkezlerinde “Yaşasın Türkiye, yaşasın Erdoğan” sloganlarının öğretilmesi sadece diğer ülkeleri ya da rejimi değil orada yaşayanları bile tedirgin ediyor.
Suriye denklemi karışık. Türkiye’ye karşı rejimle anlaşmaya çalışan SDG/PYD, Türkiye’nin operasyon ihtimalini SDG/PYD’ye karşı koz olarak kullanan ve bir dönem ona teslim ettiği toprakların kontrolünü geri isteyen Şam, Türkiye’nin SDG ile anlaşmasını isteyen ABD, Türkiye’yi aynı anda hem rejim hem SDG ile anlaştırmaya çalışan Rusya, İsrail-Rusya iş birliğinin verdiği rahatlık ile sadece IŞİD tehlikesini dikkate alan başka bir mesele ile ilgilenmeyen ABD, SDG/PYD’nin bölge hakimiyetine son vermek bu arada da mümkünse birkaç milyon Suriyeliyi geri göndermek isteyen Ankara… Bu karmaşık fotoğrafa Heyeti Tahriru’ş Şam’ın varlığını, Türkiye’nin rejimle anlaşmasını kendisine karşı yapılan bir hareket ve fiilen rejime teslim edilmek olarak gören Suriye muhalefetinin itirazlarını da ekleyebiliriz.
Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik krizin bölgeye yansımasını ve Erdoğan’ın seçime giderken mali kaynak bulmak istemesini de düşününce durum ciddi bir şekilde kilitlenmiş halde.
Şam rejimi ile görüşmek bu kilidi açmaya yetmeyecek. Üstüne hem oradaki soruna hem Türkiye’nin zaten bölgede zayıflamış itibarına daha da zarar verecek. Ankara’nın seçime giderken rahatlama ihtiyacı ve Batı’nın yalnız bırakması ise Erdoğan’ı Putin karşısında daha da zayıf hale getiriyor.
İşte bu resim Türkiye’nin günlük ve kişisel kısır yaklaşımlardan daha fazlasına ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Sözün özü hem içerde hem dışarda sancılı bir döneme hazır olmak gerek.