Kapanmanın diyalektiği…
Her tür kapanma özünde bir koruma ve korunma eylemidir. Düşmana karşı kale kapısını kapamakla görülmek istenmeyen bir şey karşısında göz kapamak da öyle. Dilimizin etkin ve geçişken kelimesi kapanmak, nice durumu, psikolojiyi ve hareketi karşılamaya alabildiğine muktedirdir. Kelimeler de hayattan doğarlar. Bunca coğrafya katetmiş, bunca tecrübe yaşamış bir toplumun lügatinde elbette oluşacaktır böylesi kelimeler. Ne var ki kelimeler sözlükte sonsuza kadar asılmak için doğmazlar. Hayatın zenginliği ve bu zenginlikteki insan halleri onu, dilin gardrobundan çıkarır, yaşamanın diyalektiğine armağan eder. Doğası gereği biraz olumsuz ve karanlık kelimedir kapanmak. Soyut durumlar dahil karşıladığı anlam öbekleri düşünüldüğünde onun çokça atılım değil geri çekilme ile birleştiğini görürüz. Tam da bu yüzden, kelimenin hayatla hangi canlı gerçekliğe karşılık geldiğine ve hangi ruh durumunu tam karşıladığına bakmak gerekir. Bir makyaj ( makyaj da kapamak, kapatmakla ilgilidir) mı yoksa esasa dair bir çaba mı ona dikkat etmeli.
İçinden geçtiğimiz günlerden hareketle sorduğumuzda bugün yaşadığımız şey kelimenin tam anlamıyla nedir? Bu yaşama biçimi, bu toplumsal sosyoloji, bu şehirleşme olgusu, bu yönetim aklı çerçevesinde bir kapanmadan söz edilebilir mi? Bir planlı geri çekilme, sakınma hamlesi olan bu kapanış beklenen sonuçları verebilir mi? Mesela düşman geliyor haberi duyulduğu zaman şehrin her bir ferdi kale kapılarından birini kapatmayı aklından geçirebilir mi? Ya da kapılar kapanmadan dışarı çıkmanın yolunu mu arar? Daha da doğrusu bugün şehre ve düşmana inanan kaç kişi kaldı? Yetmedi bu inancı örgütleyip yönetebilecek yüksek bir idare zihniyeti var mı?
Şehirleri toplanma yeri, ( ki çokça konuşulup iddia edildiği gibi, eğer şehir medine ise, medeniyet ile ilgiliyse, şairin ; bir ulu şara vardım, ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında dediği ruha oturuyorsa) insan ilişkilerinin gittikçe güncel politika cephesinin gerilimlerine göre konumlandığı, doğanın alabildiğine tahrip edildiği bir yerde, kapanmak demek nedir? Şehirler bu halleriyle zaten birer kapanma kapanı içinde değiller mi?
Cevabı bulmak görüntülere ve yaşanılanlara bakıldığında zor değil. Kapanmak, fırsatı olanlar için meselenin merkezinden kaçış, olmayanlar için çaresiz tıkılma olarak gerçekleşiyor. Evet, tıkılmak da bir tür kapanma ama başka birinin zorlamasıyla olan şey. İnsan odasına çekilip bir süreliğine kendisini dışarıya kapatmak istediğinde zorlamayla değil iradesiyle hareket eder. Duygularını ve aklını kullanır. Gerçi artık burada da büyük bir soru/ sorun var. İnsan artık gerçekten kapanabilir mi? Artık modern insanın kendisini kapatma hakkı hala var mı? Önemli olan bu soruların cevabı değil bizce asıl sorulma gerekçesinin var olup olmadığıdır. Kişi kendi odasına değil zihninin içine bile çekildiğinde kendi yalınlığını bulabilme özgürlüğüne sahip midir? Asıl ve çetin mesele artık budur.
Dil ve kavramlar üzerine, kültür, sanat, düşünce, yönetim bilimi ve yüksek tecrübeden süzülen bilgi, bilimsel düşünmeyi kuşanmış akıl olmadan gündelik ve afaki kararlarla hayata yön vermeye çalışanlar, kaçınılmaz olarak tökezlerler. Toplum ve insanın önünü açamazlar. Görünüşte bir hareketlilik vardır ama bu stratejik özden ve erdemli akıldan uzaktır. Bu yüzden, bir örtme ve makyaj intibaı veren eylemler her bir yandan akmakta, delikler, yırtıklar oluşmaktadır. Oysa bunu önlemenin yolu, toplumsal şuuru, bilim, akıl ve tecrübe ile kollektif eyleme dönüştürmektir. Kelime oyunları, yasa veya erk sopaları ile işaret edilen her adım bir süre sonra ters adım etkisi gösterecek ve beklenen sonucu doğurmayacaktır.
İster insan için olsun ister toplum için düşünce, sanat, ortak akıl, birlikte yaşama şuuru ve yaratıcı hamlelerle donanmamış her kapanma görüntüsü sadece bir oyalanma, örtme, geçiştirme olmaktan kurtulamaz. Soruyu doğru yerden, cesaretle, sonuçlarını göze alarak ve o sonuçları doğuran sebepler yerine yeni hayat anlayışları kurabilme yeterliliğine sahip olarak sormak ve çözümleri burada aramak gerekir.