Galata Köprüsü’nün üstü...
Her köprü kendisinden önce oraya yapılan köprülerin de anılarını miras alır. Gerçi şimdiki Galata Köprüsü adeta geçmiş köprüleri yok sayar bir fiziki edayla uzanır ya iki yaka arasına, anlatması hayli uzun mesele. Bir de köprülerin altı ayrı hikaye üstü başka öyküdür her zaman. Galata Köprüsü’nün altına inip orada kaybolma zamanı değil. Paranın döndüğü her yerde akla hayale sığmaz oyunlar da sergilenir. Oysa, İstanbul’u yaşamak için eşsiz imkanlardan birisidir burası. Geçmişte yaşayanlar bu yönden daha şanslılardı. Ben, köprünün üstüyle ilgileniyorum. Altı bana ‘karanlık’ geliyor. Bu dört gözlü alanı üstten her mevsim başka bir duyguyla geçiyorum. Birkaç kez, hem Eminönü hem de Karaköy tarafından kaç adım tuttuğunu bile hesapladım. Her adımda değişen manzara onu gökkuşağının her bir halkası gibi birbirine tamamlar. Bir kez olsun Karaköy Köprüsü’nden İstanbul’a bakmayan bu şehri tam görmüş sayılmaz. Köprünün üstü şehrin açılar toplamı gibidir. Fakat…
Geçen hafta yine Karaköy tarafından Eminönü’ne yürümem gerekti. Tatil vesilesiyle her türden halk buraya akmıştı. Aralıksız dizilmiş balık tutkunları, turistler, spor yapanlar, meraklılar, aylaklar, polisler, üçkağıtçılar, tesadüfen oradan geçenler bir renk, ses ve görüntü curcunası oluşturmuşlardı. Ben her zaman Sarayburnu, Topkapı Sarayı’nı gören taraftan yürümeyi tercih ederim. Altınboynuz simgesi diye dikilen ve üzerinden metro geçen köprü duvarına pek çarpmak istemem. Eyüp Sultan tepelerine kadar Haliç’i derinleştiren bu manzara, arkadaki diğer köprüler tarafından da iyice kapatılır. Azapkapı, Karaköy ağzı yönü ise artık yüzü parça parça yaralı yapılar tarafından zaten iyice katlanılmaz olmuştur. Galata Kulesi yapı yığınları arasından feryat eder. Eminönü tarafına yaklaştıkça sizi kucaklayan Süleymaniye ve Rüstempaşa camilerinin görüntüsü olmasa, adeta köprünün bu kanadını İstanbul’dan silmek istersiniz. Bunu kaç kez tecrübe ettim. Azapkapı Camii’nin hemen yanından köprünün ayağına kadar çizilecek bir kültür ve yaşama hattının şehre katacağı havayı hayal ettim. Henüz yapılan bir şey yok.
Üsküdar, Çamlıca Tepeleri, Kız Kulesi, Salacak, Sarayburnu, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Eminönü ve Yeni Cami açıklığı ise denizin de etkisiyle hem her zaman canlı hem de her halde etkileyicidir. Balık tutanların çoğunluğunun bu yöne yığılmalarından da anlaşılacağı gibi hayat asıl bu taraftadır. İstanbul fotoğraflarını bu kanat verir. Karaköy önlerinden Yeni Cami eteklerine kadar bir kez yürüyen kişi ferahladığını hisseder. Ben de kafamda bin bir soru, her anın fotoğrafını çekme derdinde ağır ağır yürüdüm. Her zaman gördüğüm manzara bu kez daha bir gözüme battı. Galata Köprüsü’nün zemine çok kötü. Hem görsel açıdan iç karartıcı hem de şehrin kültürel derinliğine hiç uygun değil. Gelişigüzel balıkçıların etrafa saçtığı malzemeler, çöpler, su birikintileri, gelip geçenin artıkları gözünüzü zemine odakladığınızda diken gibi batıyor. Sert ve oyulmuş asfalt içinizi karartıyor.
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Mecidiyeköy alt meydanını özel bir proje ile canlandırdığı ve uzun yıllardır göze dokunduğu kadar iç karartan mekanın ışıl ışıl yapıldığını duyduk. Kent olgusuna pek yakışmış gözüken bu hamle acaba Galata Köprüsü ve İstanbul’un tarihi, kültürel miras derinliği gözetilerek ele alınamaz mı? Prag, Budapeşte şehirlerinde gördüğümüz gibi Galata Köprüsü’nün üstü (çekinerek altı diyemiyorum çünkü buranın elden geçirilip bir hayat ve esenlik geçidi olmasını dillendirmek bile ürkütücü) elden geçirilemez mi? Her iki taraftan köprünün üzerine adım atan birisi bu şehrin üzerine titrenildiği ve burada yaşayanların önemsendiği fikrine kavuşturulması çok mu zor? Yoksa, metroda olduğu gibi burada da U ve M harflerinin çekişmesi mi söz konusu? Eğer öyleyse bir taraf U kanadı bir yön de M cenahı diye tanımlansın. Kanatlar yarışsın.
Latife bir yana, her gün üzerinden binlerce insanın geçtiği, üstelik burayı ziyaret eden her yabancının bir vesileyle adım attığı Galata Köprüsü ve onun üstü, şehir yönetimi vizyonu açısından da örnek bir mekan gibi geliyor bana. Biliyorum her şey şehre duyarak adım atmak ve onun hakkında hayal kurmakla ilgili. Sevgiye ve kültürel bilince çok bağlı bu düşüncenin şehirde sahiplerinin olduğunu ummak istiyor insan.