‘On’ların ülkesi değil!
Dün üniversite tercih fuarındaydım. Pandeminin en etkili olduğu geçtiğimiz yaz dahi bu kadar düşük bir katılım görmemiştim. Uzman arkadaşlar, bu düşük katılımının temel nedeninin bir lisans programına yerleşmek için üniversite sınavında alınması gereken 180 puan barajını geçen öğrenci sayısının geçtiğimiz yıla göre neredeyse yarı yarıya düşmesi olduğunu söylediler.
Bunun bir nedeni elbette pandemi. Ancak asıl neden çok daha derinlerde.
Bir ülkenin sürdürülebilir bir kalkınma sürecini yaşayabilmesi için en önemli kaynağı vatandaşları. O vatandaşlara bu anlamda iyi bir eğitim verebilmesi en gerekli koşul. Ancak bir adım ilerisi gençlerine kaliteli bir eğitim sunabilmesi. Bundan on yıl sonra Türkiye’nin ekonomik ve sosyal anlamda yakalayacağı kalkınmışlık düzeyi tamamen bununla ilgili.
Hal böyle olunca ben de on yıl sonramız için bir yazı yazmak istedim.
Diyeceksiniz ki on gündür sönmeyen yangınların ülkesinde on yıl sonrasına yazı mı yazılır?
Haklısınız!
Diyeceksiniz ki enflasyonu beş yıldır yüzde onun altına düşmeyen bir ülkede on yıl sonrasına yazı mı yazılır?
Haklısınız!
Pandemiyle birlikte on milyona ulaşmış işsizlerin ülkesinde on yıl sonrasına yazı mı yazılır?
Bunda da haklısınız!
Ülkeyi “onlar” ve diğerleri olarak yönetenlerin ülkesinde on yıl sonrasına yazı mı yazılır?
Yerden göğe haklısınız. Fakat bütün bu sorunları iktidar sahibi olan “onların” insafına bıraktığımızda geldiğimiz nokta bu.
Ormandaki yangın, marketteki yangın, ekonomideki yangın! Bunları bugün söndürseniz de yarın yine başlar. Çünkü hepsinin arkasında bu şartlarda on yıllarca daha süreceği garanti bir eğitim yangını var!
Sessiz sedasız büyük umutlarla göreve gelen Milli Eğitim Bakanı daha geçtiğimiz hafta görevinden affını (!) talep etti, Cumhurbaşkanı da affetti.
İstifanın pardon af talebinin nedenini bilmiyoruz. Ama en azından en başta söylediğim üniversite sınav sonucunda eğitim sisteminin her geçen gün daha fazla tökezlemesinden kaynaklanan başarısızlıkla ilgisi olmadığını söyleyebiliriz.
Çünkü uzunca bir zamandır başarısız bir bakan istifasına denk gelmiş değiliz. Bu istifanın da nedeni eminim ki başarısızlık olmamıştır.
Yine gündeme daldık asıl meseleyi unuttuk. Konumuz on yıl sonrası idi!
Sizinle birkaç veriyi paylaşayım.
Geçen yıl Sayısal puan türünde 170 barajını 693 bin 440 aday aştı, bu yıl ise 180 barajını aşan aday sayısı 390 bin 132 oldu. Arada 303 bin 308 kişilik fark var.
Sözelde geçen yıl 823 bin 330 aday barajı aşarken bu yıl 563 bin 808’de kaldı. Fark 259 bin 522.
En büyük fark Eşit Ağırlık türünde. Geçen yıl 999 bin 313 aday barajı aşmıştı, bu yıl 587 bin 678 aday aşabildi. 411 bin 635 kişilik bir fark bulunuyor.
Yine ÖSYM’nin yayınladığı YKS Değerlendirme Raporu’na göre de aşağıdaki bilgiler var.
Sınavın ikinci oturumu olan AYT’de Türk Dili ve Edebiyatı testindeki 24 sorunun net ortalaması 6, 10 soruluk Tarih testindeki net ortalaması 2, 40 soruluk Matematik testindeki net ortalaması ise 5,2 oldu.
Adayların, 13 sorunun yer aldığı kimya ve biyoloji testlerindeki net ortalaması ise sırasıyla 1,4 ve 1,8!
Eğitim sistemimizin yarattığı garabet bu! Mazimizle durmadan övünen “onların” tarih eğitimi sonucu onda iki!
Hadi geçmişi öğretemediler. Bari geleceğimize baksaydılar!
O da yok.
Bugünün ve yarının ekonomisinin en temel direği teknoloji geliştirme ve kullanabilme becerisi olacak diye yıllardır yazıyoruz, çiziyoruz. Bu ise üniversite eğitimi kadar gençlerin temel bilimlerdeki (matematik, fizik, kimya, biyoloji) kaliteli eğitiminden geçiyor.
Kalite ortada!
Rakamlar da yukarıda!
Atılması gereken çok köklü adımlar var!
Onlar ise hala kendi derdinde!
Ne diyelim ki?
İşimiz çok ama çok zor...