Vizeler kalkar mı?
Geçtiğimiz haftanın hiç kuşkusuz en önemli gündem maddelerinden biri AB ile Türkiye arasında varılmış olan mültecilere dair anlaşma idi. Türkiye’ye bu anlaşmanın karşılığında, Türkiye’nin ne zamandan beridir istediği vize muafiyeti teklif edildi. Yurtdışına gitmiş olan her Türk vatandaşının bir vize hatırası vardır. Ya istenmiş olan lüzumsuz bir belge, ya vize sorgusunda sorulmuş saçma sapan bir soru ya da vize reddine neden olan bir bahane. Çağın modern Çin Setleri olan vizeler Türkiye’ye karşı AB tarafından katı bir şekilde uygulanıyor. Daha önce birçok vatandaşımız AİHM’ye başvurmuş ve bu uygulamayı mahkum ettirmişti. Ama fiiliyatta AB vize uygulamasını halen katı bir şekilde sürdürüyor. Peki ne oldu da AB, mülteci krizi karşısında böyle bir tavize şimdilik yeşil ışık yaktı?
Türkiye’ye Avrupa ülkelerinin vize koyması 1980 darbesine dayanır. Örneğin Almanya vizeyi 1 Ekim 1980 günü koymuştur. Bunun nedeni hem Türkiye’den gelecek mülteci akımına engel olmak hem de Türkiye’deki askeri rejimi izole etmekti. Ancak kazın bir de öbür ayağı var. Vize uygulaması 12 Eylül yönetiminin de hoşuna gitmişti. Hatta cuntanın diğer Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye vize koymalarını istediği de söylenir. Böylece “sakıncalı” kişilerin Avrupa’ya kaçmasını önlenecekti. Yani vize derdinin Türkiye’nin başına sarılmasında Türkiye’nin de günahı var, kendi ülkesini hapishaneye çevirmek isteyen cuntanın.
Bugün varılan anlaşmadaki vize muafiyeti hükmünün uygulanacağı henüz net değil. Türkiye’nin yerine getirmesi gereken şartlar var ve bunların 30 Haziran’a kadar yetiştirilmesi gerekiyor. Unutmamak gerekir ki AB kurallarına göre kararın oy birliği alınması gerekecek. Örneğin tanımadığımız, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de evet oyu vermesi gerekecek. Muhtemelen Yunanistan iyi polis’i oynayacak ve olumsuz bir tavır almayacaktır. Anlaşmaya karşı olan Macaristan’ı şimdilik bir kenara bırakalım.
Ancak görüşüm o ki, tüm bunlar sadece teknik ayrıntılardır. Çıkarılması gereken kanunlar, imzalanması gereken anlaşmalar vs. mülteci diplomasisi satrancında çok da önemli değildir. Aşılmaları kolaydır. Vizenin kaldırılması, tıpkı zamanında koyulması gibi, tamamen siyasi karar olacaktır. AB ile Türkiye anlaşabilirse ve AB istediğini alırsa, vizeyi kaldırmak sorun olmaktan çıkacak, pürüzler göz ardı edilecektir. Bin yılı aşan diplomasi geleneği ile Avrupa ne alacağını, nasıl alacağını çok iyi hesaplamaktadır. Kuşkusuz Türkiye de kesinlikle saf değil. Mülteci krizini siyasi bir kazanıma çevirmeyi düşünüyor ve bunu ustalıkla yürütüyor.
Vize muafiyeti konusunda dikkatlerden kaçmaması gereken ülke ise İngiltere. İki nedenden ötürü. Birincisi İngiltere başından beri Schengen vize alanına girmemiş, kendi ulusal vizesini uygulamış olması; ikincisi ise 23 Haziran’da İngiltere’nin AB’den ayrılma referandumu yapacak olması. Birçok gözlemci bu referandumun bir tür blöf olduğu görüşünde. İngiltere’nin AB’den almak istediklerini ve AB içindeki ayrıcalıklı konumunu daha da sabitleştirmek için “ayrılırım ha” şeklinde aba altında sopa gösterdiği ve aslında sonucun hayır çıkacağının bilindiği konuşuluyor.
Türkiye, bu referandumu faydaya çevirebilir. Almanya ve Fransa ne zamandır Türkiye’ye AB üyeliği yerine bir tür özel statü önermektedir. Açıkçası AB üyeliğinin gerçekleşeceğine inananların sayısı iki tarafta da giderek azalmaktadır. İşte bu noktada Türkiye, AB’nin karşısına bir paketle çıkarak, istediği şartları sunabilir ve İngiltere benzeri bir anlaşma isteyebilir. Büyük ihtimalle olmayacak bir AB üyeliği beklentisinden ziyade böyle bir anlaşmalı ortaklık daha faydalı olacaktır. Tıkanmış olan TürkiyeAB ilişkileri mülteci anlaşması ile canlanmıştı, bahsettiğim hamle ile daha da hızlanır.