Tehlikeli benzerlik
Ülkemiz son yıllarda gerek jeopolitik konumunun getirdiği zorunluluklar gerek etrafındaki ülkelerin sebep olduğu sorunlar yüzünden, birçok cephede mücadele vermekte.
On yıllardır başımızın ağrısı olan PKK terörü ve onun köken aldığı Kuzey Irak. Nerdeyse on yıla yaklaşmakta olan Suriye iç savaşı ve Türkiye’nin mecburen taraf olması…
Doğu Akdeniz’de petrol sahaları ve buna bağlı kara suları, kıta sahanlığı sorunu. Libya meşru hükümeti ile imzaladığımız deniz sınırı anlaşması ve Libya hükümetini korumak için Libya’ya askeri destek vermemiz…
Ege’de Yunanistan’la eskiden beri olan sorunların yeniden nüksetmesi ve Girit’in güneyinde savaşa dönüşebilme ihtimali. Geçtiğimiz günlerde Azerbaycan-Ermenistan sınır çatışması ve Türkiye’nin orada Azerbaycan’ın yanında olaya müdahil olması…
Bunların hepsi Türkiye’nin meşru müdafaa hakkına dayalı mücadeleler ve bizce hükümetlerden bağımsız olarak bir devlet politikası olarak oluşturulmuş durumda. Tıpkı 1950’lerden bu yana Kıbrıs sorununda Türkiye’nin tavrı gibi.
Fakat bütün bunlar Türkiye’yi neredeyse beş ayrı cephede adı konulmamış bir savaşın içerisine çekiyor. Bu, sadece Türkiye için geçerli değil. Rusya, ABD, Fransa ve diğer bölge ülkeleri için de geçerli. Daha ilginci; bazı cephelerde karşı karşıya olanlar, başka bir cephede aynı tarafta olabiliyor.
Örneğin Rusya ile Türkiye’nin Suriye’de ortak devriye atarken, Libya’da karşı karşıya olmaları gibi.
Bölgemizin ve ülkemizin bu hali bizce feci şekilde Birinci Dünya Savaşı öncesine benziyor. Orada da Osmanlı, Yemen’den, Suriye’ye, Süveyş Kanalı’ndan, Kafkasya’ya, Çanakkale’den Irak’a kadar birçok cephede savaşmakta idi.
Yine Birinci Dünya Savaşı öncesi büyük güçlerin kendi aralarında müthiş bir rekabet ve gerilim vardı. 1870’lerden beridir birikmekte olan ve her an patlamaya hazır bir gerilim. Nitekim 1914’te Saraybosna’da sıkılacak olan tek bir kurşun bu gerilimin fitilini ateşleyecek, Dünya o zamana kadar görmediği bir savaşa tanıklık edecekti.
Bugün de ABD-Rusya-Çin-AB ve İngiltere başta olmak üzere büyük güçlerin arasında çok ciddi bir rekabet var. Yer yer taşeron silahlı gruplar aracılığı ile çatışmaya dönüşen bir gerilim. Fransa, Afrika ve Libya konusunda çok faal. Bazen kendi AB’li ortakları ile bile ters düşüyor. İtalya da aynen Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi sürekli saf değiştiriyor.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde Osmanlı’nın tek önemli müttefiki Almanya’ydı. Savaştığı cephelerde yerel kabilelere ya da emirliklere çok güveniyor, özellikle Arapların desteğini alacağını tahmin ediyordu. Bugün dillere pelesenk olmuş olan “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” sözü o güvenin boşa çıkmasından yadigardır.
Osmanlı, savaşa isteyerek katılmıştı ve Balkan Savaşı öncesi topraklarını geri alabileceği beklentisini taşıyordu. Enver Paşa’nın bir de Orta Asya – Turan hayali vardı. Zaten kendisi de bu hayal uğruna gittiği Tacikistan’da öldürüldü.
Bugün Türkiye, büyük ölçüde Katar’ın desteği ile ekonomisini ayakta tutmaktadır. Libya, Suriye ve Irak cephelerinde yerel hükümetlere, aşiretlere ya da silahlı grupların ittifakına dayalı bir mücadele yürütmektedir. Belki önemli bir fark, Türkiye’nin kendi askeri teknoloji ve üretiminin olması. Motor ve bazı önemli teknolojik parçalar hariç dışa bağımlılığı o döneme göre çok az.
Birçok cephede savaşmanın getirdiği, getireceği ekonomik-sosyal yükü burada anlatmaya gerek yok. Bugünün imkanları için bile çok zor bir mücadele bu. Ülkemiz ekonomisinin kronik sorunu olan dış kaynağa bağımlılık o gün de vardı, bugün de var.
Türkiye’nin ittifakları olduğu gibi karşısında da İtilaf kuvvetleri var. Onlar da güçlü ülkelerden meydana geliyor ve onların askeri-ekonomik güçleri karşı tarafa denk. Onlar da aynı Birinci Dünya Savaşı’ndaki itilaf kuvvetleri gibi kendi emperyalist çıkarlarının peşindeler. O zamanki gibi içlerinde “gerekirse savaşırız” diyenler var.
21.yy silahlarının gücü ile bakıldığında olası bir bölgesel bir savaş çok yıkıcı olacağı için buna pek ihtimal vermiyoruz. Yine o döneme göre önemli bir fark; rakip de olsalar ülkelerin birbirleri ile olan ticari bağları çok güçlü. Her ülkede başka ülkelerin vatandaşları yaşıyor. Ellerin tetiğe gitmesi eskiye göre çok daha zor.
Ama yine de bütün bunlar aradaki benzerliği gölgelemiyor. Birçok cephede mücadele eden, yerel işbirliklerine güvenen ve kendisine karşı büyük ittifaklar olan bir Türkiye. Ve tek bir kıvılcımla yangın yerine dönme ihtimali olan bir Dünya.
Dileriz ki gelecek nesillerimiz “Libya’da, Doğu Akdeniz’de Araplar bizi sırtımızdan vurdu” demezler.