Orta sınıfın huzursuzluğu
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu kapitalist, sınıflı toplum ülkelerinde toplumun belkemiğini orta sınıf oluşturur.
Buna Türkiye’nin siyasi-sosyal hayatında buna ortadirek de denir.
Yakın tarihimizde bu sınıfın siyasi tavırları çok belirleyici olmuştur. En önemlisi ve etkisi halen devam etmekte olanı ise 2001 krizi ile bu sınıfın eski siyasal düzene gösterdiği tepkidir.
Seçimden aylar önce her gün protesto yürüyüşü yapan Eminönü esnafı, başbakana yazar kasa fırlatan bakkallar, el konulan, kapatılan bankalar, kitlesel okumuş işsizler vs. Tüm bunlar 2001-2002’nin huzursuz orta sınıfının huzursuzluğunun alametleri idi. Zaten o biriken öfke de sandıkta bir depreme yol açmıştı.
Bu o kadar şiddetli bir tepkiydi ki mevcut tüm siyasi liderler siyaset sahnesinden silinmişti. Bunların iki tanesi daha önce başbakanlık yapmış isimler (Çiller ve Yılmaz) bir tanesi de bizatihi dönemin başbakanı Ecevit idi. Sadece Devlet Bahçeli istifasının ardından parti tabanının ısrarı üzerine MHP genel başkanlığına geri dönebilmişti.
Aradan geçen neredeyse yirmi yılın ilk yarısında -nispeten 2008 krizine kadar- bu huzursuzluk dinmişti. O kriz Türkiye’yi büyük ölçüde teğet geçmişti. Bunda bir ölçüde Dünya’daki nakit bolluğunun ülkemizi olumlu etkilemesinin de payı vardı.
Ancak son yıllarda gerek ülkemizde gerekse Dünya’da bozulma alametleri gösteren ekonomi, göçmenler ve daha bir çok sosyal sorun birbirine eklenince yeniden bir orta sınıf huzursuzluğu başladı.
Önce Dünya’ya bir göz atalım…
Fransa’da sarı yelekliler, ABD’de Wall street’i işgal edelim hareketi, açıkça sosyalist olduğunu söyleyen Bernie Sanders’in ABD başkanlığının favori adaylarından birisi olması, daha önce Trump’un müesses nizama karşı seçim kazanması, İngiltere’nin AB’den ayrılması, Avrupa’da göçmen karşıtlığı üzerinden popülist partilerin yükselmesi, birçok AB ülkesinde euro para biriminden çıkılması talepleri…
Bütün bunlar, şikayetleri tek bir başlık altında toplanamayan ama giderek artan bir huzursuzluğun, deyim yerinde ise dipten gelen dalganın göstergesi.
1978 Washington mutabakatı ile başlayan, ülkemize de 24 Ocak kararları ile gelmiş bulunan püriten finansal serbestiye dayalı sistem artık çatırdıyor. Sürekli daha az kural, daha az sınır, daha çok dokunulmazlık isteyen finans piyasası ve onun aktörleri insanlığa vadettikleri kapitalist ütopyayı yaratamadılar.
Belki çok klişe bir söz olacak ama fakir daha fakir zengin daha zengin olmaya başladı. Ama artık bu aşama bile -olumsuz anlamda- geçilmiş durumda. Artık sadece fakir daha fakir olmuyor, orta gelirli kesim de fakirleşmeye başladı.
Ülkemizde de durum çok farklı değil. Son birkaç senedir özellikle iç siyaset kaynaklı nedenlerden ötürü yabancı sermayenin ülkemizden çıkmaya başlaması ve bazı büyük yerli sermaye gruplarının da bunu takip etmesi ile artan ekonomik sıkıntılar artık kendini daha da hissettirmeye başlamış durumda.
Geçen yaz yaşadığımız döviz kuru krizi ve dolar-euro’nun aşırı değerlenmesi ile maliyeleri dövize endeksli tüm mallarda ciddi fiyat artışları oldu. Bunların başında da enerji geliyor. Eskiden elektrik, doğal gaz faturasını rahatlıkla ödeyebilen insanlarda, orta sınıfta, bu tarz giderler artık sorun olmaya başladı.
Güney sahillerinde tatil yapmak, orta segment bir arabaya sahip olmak lüks sınıfına girmeye başladı. Konut stokunun fazlalığına rağmen düşmeyen konut fiyatları da bunun bir başka ayağı. İstanbul’da orta sınıf bir semtte, orta karar bir daireyi bile satın alabilmek sabit gelirli insanlar için çok zor bir hedef haline geldi.
Yol ve yemek parası almadan asgari ücretle çalışıyorsanız, aldığınız paradan elinizde hiçbir şey kalmaması ihtimali var. Sadece bu yüzden çalışmayıp evde oturmayı tercih eden insanlar duyuyoruz. Geçtiğimiz sene kurulmuş olan ucuz meyve sebze satan tanzim çadırlarını ve bunların halkta meydana getirdiği öfkeyi hatırlayalım. O öfke de zaten 2019 yerel seçimlerinde sandığa yansımıştı.
Ülkemiz insanının huyu suyu Avrupalılardan, Amerikalılardan farklıdır. Milletimiz çok daha sabırlıdır. Batılıların çoktan isyan edeceği bir çok olayı sineye çeker. Ek olarak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi haklı dış güvenlik davalarımız eklenince insanımızın tutumu daha değişmektedir. İnsanımız, ülkenin dış tehdit altında olduğu günlerde gündelik hayata dair tepkilerini erteler.
Ancak yazının başında belirttiğimiz gibi orta sınıfın giderek artan huzursuzluğu ülkemize has bir durum değil. Hatta bize nispeten geç geldiğini, çok daha hafif bir dozda seyrettiğini bile söyleyebiliriz. Ama kaçınılmaz olarak Türkiye, Dünya’dan etkilenecektir.
Bütün bunlara bir süredir konuşulmakta olan yeni bir küresel finans krizinin yaklaştığı hatta mevcut dolara endeksli para sisteminin tamamen çökeceği iddialarını eklersek o zaman durum daha da ciddi bir hal almaktadır.