Kader ve tevekküle dair
Aynı konuyla ilgili bir önceki yazımı şöyle özetleyebilirim:
1. Teorik olarak Allah’ın gücünün ve iradesinin sınırlandırılması düşünülemez. 2. Allah hikmetli ve adil olduğu için kullarına kötülük etmez; insanların başlarına gelenler kendi yanlışlarının veya ihmallerinin sonucudur. 3. İnsanlar yeterince bilgi ve donanım sahibi olmaz, işlerini gerektiği gibi yapmazlarsa, artık bu eksikliklerin doğal bir sonucunun olması kaçınılmazdır; Allah’ın tabiatta kurduğu yasalar (sünnetullah) gereğince bunu sürekli tecrübe ediyoruz.
Hayat hikâyesinden de öğrendiğimiz gibi Allah’ın doğal yasalarına daima uyan ve sonuçlarını da alan ilk Müslüman, Hz. Muhammed (a.s.)’dir. Çok şükür ki, başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere muhtelif kaynaklar sayesinde onun hayatını, bütün peygamberlerden daha ayrıntılı ve doğru olarak biliyoruz. Peygamberimiz kader, kaza, tevekkül, rızık gibi Kur’an kavramlarını oturduğu yerde değil, hayat alanında anlamış, anlatmış ve yaşamıştır. Nitekim onda aktif, canlı ve sürekli başarı çizgisinde ilerleyen bir Müslüman hayatını görürüz.
***
Diğer önemli bir gerçek de kader, alın yazısı, tevekkül, rızık gibi konularda Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı hadisler ile Kur’an öğretisi ve Peygamber uygulaması arasında ciddi bir uyumsuzluğun bulunduğudur. Bu tür hadisler, –Peygamberimizin ve onun eğitiminde yetişmiş Sahabenin yaşadığı canlı ve başarılı hayatın tersine- tedbirsiz ve tevessülsüz tevekkül şeklinde pasif bir hayat anlayışı üretmiştir. Bu hadislere iki örnek: “Resûlullah(a.s.) buyurdu ki: Allah bir melek görevlendirir ve insan annesinin karnında kırk günlük olunca… şu dört şeyde kesin hüküm belirlenir: Rızık, ecel, ceninin kötü yahut iyi biri olacağı. Bunlar cenin anne karnındayken yazılır” (Buhârî, Beyrut 1422, I, 70, no.318). “Allah, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce kaderleri yazmıştır” (Müslim, Kahire 1435, VII, 18, no.6842). Kur’an’ın hiçbir yerinde bu hadislerdeki gibi bir ifade geçmez. Yüce Allah’ın defalarca bizler için rahmet diye nitelediği kitabını zahmet olarak yorumlamaya hakkımız yoktur.
İslâmiyat uzmanı M. Watt, “İslam’ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader” başlıklı kitabında (çev. A. Aytekin, İst. 2011) bu konuda “(Bazı) hadisler Kur’an’a hayli yabancı materyal ve kavramlar ihtiva eder” der ve örnekler zikreder (s. 29-44). Kur’ân-ı Kerîm’e bütünsel olarak baktığımızda onda hem Allah’ın kusursuz mükemmeliyet ve hâkimiyeti fikrini hem de insanların, fiillerini özgür iradeleriyle seçip yaptıkları, bundan dolayı da eylemlerinin sonuçlarından adil şekilde sorumlu oldukları düşüncesini görürüz. Çünkü aklî ve vicdanî olarak sorumluluk özgür seçimi gerektirir; bunun tersi zulümdür. Allah’ın mutlak yasası şöyledir: “Rabbin hiç kimseye zulmetmez” (Kehf 18/49).
***
Şu sözler, Kur’an’dan sonra en çok okunan kitap olduğu söylenen Gazâlî’nin İhyâ’sında geçer (çev. M. Çağrıcı, İzmir 2020):
“Bazen zannediliyor ki, ‘tevekkül’ün anlamı, beden ile çalışıp kazanmayı, akıl ile tedbir düşünmeyi terk edip, kendini çöpe atılmış hırka parçası ya da kasap kütüğündeki et yığını haline düşürmektir. Oysa bu cahillerin kuruntusudur; bu dinde haramdır” (IV, 403).
“Sebepleri terk etmek hikmetten sapmak ve Allah’ın yasalarını bilmemektir. Sebeplere değil de aziz ve celil olan Allah’a güvenip dayanmak şartıyla Allah’ın yasalarının gereğini yapmak tevekkülle çelişmez.” Çünkü “Tevekkül eylem ile değil hal ve bilgiyle (sebepleri yaratanın Allah olduğunu hissetmek ve bilmekle) olur” (IV, 406-407).
“…Yüce Allah hikmetini göstermek için yasasını sebeplerle sonuçları birbirine bağlayarak icra etmektedir. İlaçlar da diğer sebepler gibi Allah’ın hükmü altındaki sebeplerdir. Nasıl ki su susuzluğu, ekmek açlığı giderirse ilaçlar da –söz gelimi- sarılığı ve ishali giderir… Şartları tamamsa sonucun sebebi izlemesi kesindir ve bütün bunlar, sebeplerin sebebi olan Allah’ın hikmetinin hükmüyle, kudretinin yetkinliğiyle yürüttüğü yönetiminin, buyruk ve tertibinin sonuçlarıdır” (IV, 423-424).