Tayyip Erdoğan’ın gücü ve güçsüzlüğü
Rahmetli İlhan Selçuk durup durup hatırlatma gereği duyardı; siyaset kelimesi “seyis” kelimesiyle akrabaydı, “ata binme ve atı idare etme sanatı” anlamındaydı.
Oysa Batı dillerindeki “politika” kelimesi öyle değildi. Kökeni eski Yunancadaydı bu kelimenin ve şehir, vatandaş gibi anlamlardan geliyordu.
Siyaset at yönetmek, atı bir yerden alıp başka bir yere götürmek hakkındaydı; buna karşılık politika şehirlerde bir arada yaşayan insanlar hakkında.
Kullanılan dilden ve kelimelerin etimolojisinden kaynaklanan farkları hiç küçümsememek gerek.
Bir başka örnek: Rahmetli Süleyman Demirel, “Türkiye yönetilmez, idare edilir” demişti bir seferinde.
Halbuki “yönetmek”le “idare etmek” eş anlamlı ama yine de iki kullanım arasında fark var. Yönetmek her zaman yönetmek anlamına gelir de, idare etmek zaman zaman sorunları halının altına süpürmek anlamına da gelebilir. Fark bu.
***
Bence bizde politikacılar muhalefetteyken “politika” yaparlar; halk için, vatandaş için bir şeyler söylerler.
Ama iktidara geldiklerinde birden “siyasetçi” olurlar; halkı da, devleti de “idare edilmesi gereken” bir at gibi görmeye başlarlar.
Yeter ki at uysal olsun, zaman zaman kırbaçlanmaya veya topukla dürtülmeye üzerindeki “seyis”in arzu ettiği tepkileri versin, siyasetçinin istediği istikamette ve hızda gitmeye devam etsin. Sakın ha, şahlanmaya, üzerindeki siyasetçiyi aşağı atmaya kalkışmasın…
Bizde siyasetçi bunu sağlamak için, yani halkın hem şahlanmasını engellemek hem de o halkı götürmek istediği istikamete götürmek için elindeki bir dizi imkanı kullanır.
Bu imkanların en önemlisi hiç kuşku yok, onu o eyerin üzerine çıkaran meşruiyet.
Demokrasilerde seçimle elde edilen meşruiyet kadar önemli başka bir şey, seçimde oy veren halkın o siyasetçinin eyerin üzerinde oturmaya devam etmesine ilişkin her gün yeniden verdiği rızasıdır.
Bu rıza meselesi çok karmaşık bir konu. Seçimle elde edilen meşruiyetten ve verilen rızadan daha önemli değil kuşkusuz, ama yine de demokrasiler hesap verme rejimi olduğu için siyasetçiler her gün halkın kendilerine rıza gösterip göstermediğini bilmek ister. Amaç elbette razı olanların sayısını arttırmaktır.
İşte bu rızayı oluşturmak için siyasetçinin yaptığı en önemli şeylerin başında kendisine ilişkin bir güç algısı yaratmak gelir.
Siz siyasetçinin o kadar güçlü olduğunu düşünürsünüz ki, onun yönetmeye devam etmesine artık rıza göstermiyor bile olsanız sesinizi çok çıkartmazsınız, seçim gününü beklersiniz.
Ama artık sizin de yönetmeye devam etmesine razı olmadığınız siyasetçi eskisi kadar güçlü olmadığını belli etmeye başladıysa eğer, o ülkede bir şeyler hızla değişiyor demektir. Siz dahil rıza göstermeyenler düşüncelerini daha yüksek sesle söylemeye başlarlar; çünkü artık korkmamaya başlamışlardır.
Bu durum yaşanmaya başladığında o siyasetçinin oyları da hızla azalmaya başlar. Bir zamanların güçlü ismi birden kendini siyasi yarışta üçüncü, dördüncü sırada görmeye başlar.
***
Tayyip Erdoğan güçlü mü değil mi?
Kabul edelim ki Tayyip Erdoğan bu topraklara gelmiş en güçlü siyasi liderlerden biri.
Gücünün kaynağı her zaman halktan aldığı destek oldu. Girdiği hiçbir seçimi (üst üste iki kez kaybettiği İstanbul’daki yerel seçim hariç) kaybetmedi.
Ama aynı Erdoğan’ın eskisi kadar güçlü olup olmadığı son birkaç aydır daha yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Oysa eskiden böyle bir konu bile yoktu.
Erdoğan o gücünü koruyabilmek için son yıllarda yapılabilecek her şeyi yapmaya başladı. Siyaset kürsüsüne elinde Kuranı Kerim’le çıkmaktan bir milli bayramı kendi partisinin ve ittifakının günü haline getirmeye kadar…
İşte bunların sonuncusu, cuma günü 15 Temmuz’un yıl dönümünde yapılan Erdoğan-Bahçeli mitingiydi.
İstanbul’un küçük parklarından birinde yapılan ve parti mitingine dönüşen 15 Temmuz anmasında Erdoğan’ın karşısındaki cılız kalabalık kimsenin gözünden kaçmadı.
Herhalde Erdoğan ve etrafındaki danışmanları o cılız kalabalık hakkında kafa yormuşlardır. Aslında o etraftaki danışmanların başından beri böyle cılız bir kalabalık beklediği, Erdoğan’a yönelik ilginin düştüğünün farkında olduğu, miting için Saraçhane’deki o minik parkın seçilmesinden belli. Daha iddialı bir meydan değil, orası seçildi.
Erdoğan daha önce bu durumu Mersin’de yaşadı. Devasa meydan, bariyerlerle küçültüldü, toplanan cılız kalabalık sıkışık ve olduğundan daha fazla gösterilmek istendi.
Şurası çok belli: Erdoğan artık eskisi kadar güçlü değil. Olmadığı için de daha az ilgi çekiyor, karşısına daha az insan toplayabiliyor.
Türkiye, 20 yıllık bir iktidarı bitirmeye hazırlanıyor, gidiş o yönde.